bodrum escortgaziantep escortgaziantep escortpendik escortbostancı escortkadıköy escortescort izmirankara escortCanlı Casino Siteleriankara escortataşehir escortMebbisEvolve casinoCbet casinoHyper casinoDrift casinoBetsson casinoüsküdar günlük kiralık dairematbetholiganbettrendyol indirim kodutipobetCasibommarsbahisvevobahisparibahisbetsatslot siteleri https://en-iyi-10-slot-siteleri.comstarzbet adamsah.netmarsbahiswinxbetbahis sitelericasino siteleriselçuksportsdeneme bonusucasibomstarzbet girişstarzbet girişpasgolbahsegelklasbahisbetebetbelugabahistipobetmariobetbetistmarkajbetparibahisbetineceltabetmatadorbetgrandpashabetcasibomgobahisparmabetbettiltmp3 indirbetnisbetsatbetorspinligobetbetkanyonbetturkeyonwinsahabetrokubetmarsbahisextrabetikimisliwinxbetbahisalgorabetelexbetfunbahisartemisbetbetmatiksupertotobetoleybetbetlikekralbetperabetimajbetlimanbetsavoybetintobetdiscountcasinomostbetbetroadpiabetmeritkingholiganbetjasminbetasyabahisredwinbetkolikdiscountcasino7slotsmilanobetelitbahisorisbetxslotaresbetfavoribahispadisahbetnakitbahispolobetsekabetmatbetpalacebetmrbahistulipbetnorabahismilosbetrexbetjetbahisjojobetonbahissuperbetinbetexperbetperbahigopokerbetalordbahisvdcasinocasinovalebetonredpinupbahis1000baymaviakcebetnoktabetbetturkeyneyinemariobetfavorisen1xbetakcebet
Kategoriler
Yazarak İyileşme Blog

Tahterevalli – Elif Orhan Civan

Dengenin ne olduğunu, o hassas noktanın kıymetini, hünerini, sihrini tahterevallide öğrendim ben.

Tatlı, ritmik, aşağı-yukarı hareket nasıl da eğlendirir çocukları. İçinde zıtlıkları barındırır: ağır-hafif, güçlü-zayıf, yukarı-aşağı…

Ağırlıkları farklı dahi olsa vücut hareketleri ile o dengeyi sağlayıp eğlenceyi sürekli hale getirmektir amaç. Yakalanan ortak ritm ile kahkahalar yükselir arka bahçede.

Bazen bir an gelir.

İkililerden biri ağırlık avantajını kullanıp diğerini yukarıda tutup eğlenceyi kendi yönüne doğru çeker; orada bencillik başlar.

Yukarıda kalanda, zaman uzar; yüzündeki gülümseme yavaş yavaş söner; bazen sesli, bazen sessiz artık inmek istediğini söyler. Gülümseme yerini sabırsızlığa, korkuya ve hayal kırıklığına bırakır.

Oysa diğeri bencil eğlencesinin hazzına kapılmış, duymaz bile onu. Kendi gücünü, üstünlüğünü hissettikçe diğerinin zayıflığını yüzüne vurdukça vurur. Kontrol ondadır. O hükmedendir; zayıfın çaresizliğinden zevk alandır.

Bir rüzgar eser o an.  Ardından şen şakrak, cıvıltılı bir ses duyulur. Bahçenin kapısından rengarenk peleriniyle görünür. Bir yandan şarkı söylerken, bir yandan eşsiz figürleriyle rakseder. Her tutamı farklı renklere boyanmış saçları rüzgara karışır. Işıl ışıl parlayan gözleri çocuklara değer; tahterevalli hareket eder.

Bir anda büyülü güzelliği ile tahterevallinin üzerine atlar. Kollarından sarkan tüller dudağından çıkan cıvıltının melodisine uyumlu dans eder. Çocuklar büyülenir.

Gelen, bahçesindeki dutlardan, vişnelerden, gelincikten, çilekten reçeller yapan Cennet Abladır. Onun yaptığı reçellerin gönülleri sevgi, şefkat ve muhabbet ile doldurduğu nesillerdir söylenir.

Cennet Abla’nın tüm bahçeyi, yeri-göğü kapsayan o muhteşem hali çocukların yüzlerine gülümseme , kalplerine umut getirir.

Tahterevalli hareket ettikçe çocukların dudaklarından aynı melodi, aynı neşeli cıvıltı çıkmaya başlar.

Denge sağlanır; neşe, coşku, birliktelik geri gelir o güzel bahçeye.

Cennet Abla renk renk çiçeklerle süslenmiş sepetinden reçelleri çıkarır.

Ağızlarından süzülen aromalı tat gönüllerindeki sevgiye değer.

Ritm tekrar sağlanır; tahterevalli başlar çıkıp, inmeye..sevgi ve muhabbetle …

Kategoriler
Yazarak İyileşme Blog

Huma Havayolları – Yeşim Özen Silsüpür

Göğün yedi kat üstünde huma kuşu
Hiç durmadan uçtu uçtu.
Huma; cennet kuşu mu, devlet kuşu mu, talih kuşu mu? Gölgesini bile görsem keşke, olmaz benden mutlusu. Uçtu uçtu huma cennet kuşu uçtu
Aklım durmadı yerinde bak o da uçtu.

Aklım uçtu uçtu kondu İstanbul’a
Huma’dan olma Fatih Sultan Mehmet kapmış İstanbul’u
Doldurmuş Hümayuna devletluyu.
Huma adını almış olması anlamlı o ananın
Huma’nın oğlu’na hediye miydi yoksa o genç yaşta ceza mıydı acaba İstanbul?

Huma kuşu konmuyor ne karaya ne suya
Nerden konacak dedim benim başıma.
O benim başıma konmayacaksa ben gidebilir miyim Huma kuşunun yanına? Özbek hümayununun da arması olmuş huma İran havayollarının da?
Huma Havayolları ile nereye gitsek acaba?

23.06.2021
Yeşim Özen Silsüpür

Kategoriler
Yazarak İyileşme Blog

5 mi 35 mi? – Yeşim Silsüpür

Vücudumuzda 5 duyu organımız var. Gözlerimiz, kulaklarımız, burnumuz, dilimiz, derimiz. Vücudumuzu boylamasına ikiye bölelim. Sanki aynadaki yansıma gibi. Aynı gözükseler de tıpatıp aynı olmayan 2 kulak, 2 göz, 2 burun deliği, 2 el, kol, bacak. Kimimizin inandığı çift yaratılmış eşimiz acaba kendimiz miyiz ? Peki ruh eşini arayanlarımız aradığımız eş ruh da kendimiz miyiz acaba? Bedenimizde ki duyu organları gibi ruhumuzda ayrı bir boyutta neyi nasıl algılıyor acaba. Bir “algılayıcıdan” (veya alıcıdan) ibaret miyim sadece ? Bu algılayıcının beyni ise beynim. Duyu organlarım sensörlerim. Sensörlerimle algıladıklarıma duyularım diyorum ama duygularım var bir de. Kaç tane duyum var kaç tane duygum var? Filozoflar bangır bangır bağırıyor yüzyıllardır ‘Kendini Bil’ diye. Çok dağıtmayayım konumuz duyularımız.

Tüm bu duyusal süreçler, uyanmamıza, oturduğumuz yerden kalkmamıza ve güvenli bir şekilde merdivenlerden inmemize, araba kullanmamıza, tehlikeyi tanımlamamıza ve kaçınmamıza, ihtiyacımız olanı değil, ihtiyacımız olmayanı da yememize kadar, yüzlercesini sayabileceğimiz zihinsel ve fiziksel deneyimlerimizin çoğunun temelini oluşturuyor

İşitme, görme, koku, tat ve dokunma bilinen beş duyumuz hadi devam edelim şimdilik 32 ‘ye kadar sayabiliyorum duyuları. 35’i tamamlayacak diğer üçü araştırma aşamasında yani yolda. İlkokulda öğretmişlerdi ilk 5’li takımı. İsviçre’li bilim adamları yaptıkları deneylerle 5 duyuyu da geliştirip diğerlerini bulmuş olsa gerek. Reklamlarda devamlı reklamı yapılan İsviçre’li bilim adamlarının Türkiye’den kalkıp İsviçre’ye yerleşmiş Türk bilim adamları olduğuna da inanıyorum aslında. Gelişme kaçınılmaz.

5’den devam edelim.

6: ‘Doluluk’ (midedeki sensörlerle) ve ‘7: acı’ (sensörlerin cildimizde ve vücudumuzda hücrelere verilen hasar belirtilerini tespit ediyor).

Siz saymaya devam edin:

Dokularımızın içinde kalp atış hızımız, bağırsak hareketlerimiz ve denge sistemlerimiz gibi hayati süreçlerden sorumlu sensörler de vardır – bunlar da “duyular” olarak sayılır.

Bir değişikliğin saptanması, genellikle bir yanıtı işleyen beyne giden bir sinyali tetikler. Kan basıncında hafif bir değişiklik gibi bilinçsiz de olsa bir tepki oluşturuyor vücudumuz .

Bu duyuların zarar görmesi örneğin görme kaybından kaybolmasına kadar çok çeşitli sorunlara yol açabilir. Olumsuz senaryoyu olumluya çevirelim o zaman. Sadece duyularımızı korumakla kalmayıp aynı zamanda onları daha iyi olmaları için eğitebiliriz. Deneyelim ne kaybederiz?

Daha analitik olmak için balık kokusunu deneyin desem. Şaşırdınız öyle değil mi

Koku duyumuz, bir şeyin güvenli ve besleyici mi yoksa tehlikeli ve ölümcül mü olacağına karar vermemize yardımcı oluyor. Bu tepkinin sadece eylemlerimiz üzerinde değil, aynı zamanda düşüncelerimiz üzerinde de temel etkileri olabilir.

Bir şeyi koklamamız için, önce molekülleri buharlaşarak solunabilmeleri için – daha sonra koku alıcılarının pusuya yattığı burun mukusunuzda çözünmeleri gerekir. Bunlar sinyallerini beyne gönderir, o da bu koku ‘barkodlarını’ okur ve onları yorumlar.

İşte burada o keskin kokulu balık devreye giriyor. Bir şeye ikna olmadığımızda, onun ‘balık gibi koktuğunu’ söyleyebiliriz. Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olan Norbert Schwarz, kısa süre önce “balık kokusu” metaforunun ne kadar ileri gidebileceğini gösteren araştırmalara öncülük etti.

Gönüllülere okumaları için bir belge verildi ve biraz balık yağı serpilmiş bir masada oturanların metindeki hataları görme olasılıkları daha yüksekti. Balık kokusu genel olarak şüphelerini artırıyor gibiydi ve sonuç olarak belgenin içeriğine daha eleştirel yaklaşıyorlardı.

Eleştirel yapınızı bir türlü değiştiremiyor musunuz? Ya birileri siz bilmeden etrafınıza balık yağı püskürtüp duruyorsa ? Onu bilemem ama bu konuları çok iyi araştıran ve bilen satıcıların bizler bilmeden duyularımıza yönelik satış artırıcı teknikler kullandıkları kesin. Belki önemli seçimler de böyle kazanılıyor. 32 +3 duyuyu bilelim bilinçli yaşam deneyimleyelim.

E uyarmış atalarımız kendini bil diye.

Not: Yazımda kullandığım bilgileri Emma Young’dan okudum. 32 duyu le ilgili dergilerde makaleler, yazılmış kitaplar var, bilginize.

Yeşim Silsüpür. 10.06.2021.

Kategoriler
Yazarak İyileşme Blog

Cennet Kuşu – Ferdi Aslan

Bir erkek cennet kuşu varmış. Her erkek cennet kuşu gibi şen şakrakmış. Ama bir türlü dişilerin ilgisini çekemiyormuş. Üzülmüş depresif bir ruh haline bürünmüş. Tüyleri eski canlılığını yavaş yavaş kaybetmeye başlamış. Evinin temizliğini her gün takıntı derecesinde özenip yapan cennet kuşu pisliğin evinin içine dolmasına müsaade eder hale gelmiş. Yağmur yağmış bir gün bardaktan boşalırcasına. Evindeki pisliklerden dolayı su birikmiş bir miktar. Kendi yansımasını çarpmış gözüne su yüzeyinde oluşan. Tüyleri aslında pek de fena değilmiş. Kafasını biraz sallamış istemsizce, fena da dans etmiyormuş hani… Ama neden başkaları göremiyormuş bunu? ”Acaba konsantre mi olamıyorum yoksa gerçekten suda gördüğüm kadar güzel değil miyim?” diye sormuş kendine. Ne yapacağını bilemez olmuş. Pek de arkadaşı yokmuş cennet kuşunun yardım edecek.

“Belki de diğerlerinde benim güzelliğimi görecek göz yoktur,” deyip hepten uzaklaşmış diğer kuşlardan. Başta mutlu gibiymiş. Çünkü çok güzel ve farklı olanlar yalnızlaşmalıymış onun gözünde. Yalnızlaştığına göre iyice salmış her şeyi. Yüksek dallardan birine konup aşağıda çılgınca dans eden cennet kuşlarıyla dalga geçmeye başlamış kendince. Bu durum zaman içinde diğer kuşların tepkisine yol açmış. Dans ederken dengelerinin bozulduğunu söylemişler ileri gelen cennet kuşlarına. Onu topluca kovmuşlar kendi bölgelerinden. İstemese de ayrılmak zorunda bırakılmış oradan. Birden etraf çok tehlikeli oluvermiş onun gözünde. Diğer cennet kuşlarıyla beraberken, tehlikeleri topluluğun davranışlarına ve ötüşlerine göre pek de enerji harcamadan sezebiliyormuş. Ama şimdi her ses yırtıcı bir hayvanı andırıyormuş ona. Başta çok umutsuzmuş yaşabileceğinden.

Cennet kuşu cehennem hayatı yaşamaya başlamış bir nevi. Ama hayat nedense daha çekici gelmiş ona. Çok tehlike atlatmış, kuyruğunun renklerinin bazen diğer hayvanları kendisinden uzak tuttuğunu fark etmiş. Artık kuyruğunu daha bakımlı tutmaya karar vermiş. Daha büyük yırtıcı kuşlardan kaça kaça manevra yeteneği de çok ilerlemiş. Ama içindeki üreme aşkına da daha fazla karşı koyamamış. Aslında topluluğa geri dönse ondan daha iyi dans edebilecek biri yokmuş hem kuyruğu da iyice görkemli oluvermiş. Yani fark etmiş zamanla değiştiğini. Topluluğa muhteşem bir geri dönüşün tam zamanı diye düşünmüş. Yavaş yavaş yaklaşırken cennet kuşu topluluğuna; bir kaygı sarıvermiş tüm vücudunu. Ya uyum sağlayamazsam ya yine reddedilirsem düşünceleri kafasını iyice allak bullak etmiş. En iyisi topluluktan ne çok uzak ne çok yakın bir yerde yaşamaya başlayayım zamanla düşünürüm demiş. Her gün antrenman yapmaya başlamış kendince , antrenman sahasını adım adım yaklaştırmış cennet kuşu topluluğuna. Bir gün kendinden geçmişçesine dans ederken bir dişi cennet kuşu fark etmiş bizim cennet kuşunu. Hayran kalmış deyim yerindeyse. Erkek cennet kuşu sonunda fark edebilmiş izlendiğini. Ama bozmamış hiç ritmini. Başarmış artık sanki. Dişi kuş hemen yanına konmuş. Ve onaylarcasına sinyal vermiş. Bizim erkek cennet kuşu sonunda cennetine ulaşmış cehennemden geçerek…

Kategoriler
Yazarak İyileşme Blog

Yürüyüş – Elif Nur Altuntaş

Kendini kaybolmuş hisseden genç bir kız varmış. Bu genç kız her zaman somurturmuş ve ne yapacağını bilmemekten yakınıp dururmuş. Bir gün biri ona şehrin dışındaki ormanda bir bilgenin yaşadığını ve ona yardım edebileceğini söylemiş. Bunun sonucunda genç kız ormana gitmiş ve yürümeye başlamış. Yürüdükçe etrafını saran ağaçlardan iyice karanlık olmaya başlamış etrafı. Genç kız huzursuzlanmaya ve korkmaya başlamış ama buna rağmen yürümeye devam etmiş.

Uzun bir süre yürüdükten sonra uzak bir kayanın üstünde oturan yaşlı bir kadını fark etmiş. Kadın arkası dönük bir şekilde bir şeylerle uğraşıyormuş. “Bilge bu kadın olmalı,” demiş kendi kendine genç kız. “Yoksa bu ormanda ne işi olur birinin,” diye düşünmüş. Kadına yaklaştıkça kadının önündeki resim defterine bir şeyler çizdiğini fark etmiş. “Merhaba!” demiş bir anda yaşlı kadın ve kız olduğu yerde kalakalmış. “Yorgun görünüyorsun. Oturup biraz dinlenmek ister misin?” diye devam ederken karşısındaki kayayı eliyle göstermiş. Genç kız kadının onu görmeden yaptığı bu yoruma şaşırmış ama sessizce kadının gösterdiği yere oturmuş. Bir süre gözleriyle birbirlerini incelemekten başka bir şey yapmamışlar. En sonunda “Sen bilge misin?” diye sormuş genç kız sabırsızca. Yaşlı kadın bir an genç kızın gözlerine baktıktan sonra “Üzgünüm ama aradığın kişi ben değilim,” demiş ve çizim defterine bir şeyler karalamaya devam etmiş. “O zaman ne işin var bu ormanda?” diye sormuş şaşkınlıkla genç kız. “Manzaraya bakmaya geldim,” diye cevaplamış yaşlı kadın. “Ama burası sadece sıradan bir orman. Görülecek ne var ki?” diye sormuş genç kız kafa karışıklığıyla. Yaşlı kadın yaptığı şeye devam ederken “Ben kendi gerçekliğimle görüyorum her şeyi. Tıpkı senin kendi gerçekliğinle gördüğün gibi. Burası senin için sadece bir orman olabilir ve bu yüzden hiçbir şeye dikkat etmeyebilirsin ama burası benim için eşsiz güzelliklerin saklı olduğu bir yer. Mesela şuradaki kelebekler gibi,” diyerek eliyle bir yeri göstermiş. Kız gösterdiği yere baktığında rengârenk çiçeklerin üstünde uçuşan bir sürü harika kelebeği görmüş ve nasıl daha önce böyle bir güzelliği görmediğine hayret etmiş. Şaşkınlığına hafifçe gülmüş yaşlı kadın ve resim defterinden bir sayfa kopararak genç kıza vermiş. Ardından “Bakmakla görmek arasında fark vardır. Ben sana yardımcı olamayabilirim ama belki erkek kardeşim olabilir. Yürümeye devam et. Belki onunla karşılaşırsın,” demiş. Kız kadının verdiği resme baktığında kendinin kocaman gülümserken ki halinin bir portresiyle karşılaşmış. Gözleri kocaman açılan kız şaşkınlık içinde “Ama… Nasıl?” diyebilmiş sadece. “Ben gerçek olamayan hiçbir şeyi çizemem,” demiş yaşlı kadın yumuşak bir sesle. “Daha çok gençsin. Gözlerin birçok iyi VE kötü şey görecekler. Hatta belki de birçok şeyi gözden kaçıracaklar. Sana tavsiyem gerçekliğinin farkında ol ve dikkat edilmesi gereken hiçbir şeyi gözünden kaçırmamaya dikkat et. Ayrıca gördüğün kötü şeyleri asla kalbine taşıma, bırak görülüp gitsinler ve gözlerine iyi bak. Onlar gerçekliğine açılan en önemli kapılardan biri. Hoşçakal.“ Sonra yaşlı kadın arkasını dönmüş ve eşyalarını toplayıp gözden kaybolmuş.

Genç kız yaşlı kadının söylediklerini düşünerek yürümeye devam etmiş. Bir süre sonra belli belirsiz bir müzik sesi genç kızı derin düşüncelerinden çıkarmış. O kadar güzel bir müzikmiş ki bu, genç kız müziği takip etmekten kendini alamamış. Biraz daha ilerledikten sonra müziğin bir kulübeden geldiğini fark etmiş. “Belki de yaşlı kadının bahsettiği kardeşi buradadır,” diye düşünmüş. Kapısına kadar gelmiş kulübenin ve tam kapıyı çalacakken kapı aniden açılmış. Bir kol aniden genç kızı içeri çekmiş. Kendi yaşlarında ya da belki bir kaç yaş büyük olan bir genç adam “Dans et benimle!” diyerek onu kulübenin ortasına doğru çekmiş. Müziğin güzelliğine kendini kaptıran genç kız, genç adamla birlikte müziğin ritmiyle bir süre dans etmiş ve yorulduklarında nefes nefese yere oturmuşlar. Nefesini biraz toparlayınca sormuş genç kız “Sen aradığım bilge olmazsın, değil mi?” Genç adam başını iki yana sallayarak “Üzgünüm. Ben o değilim,” demiş. Genç kız kendi kendine “Tabii ki olamazsın. Yaşlı kadın kardeşim demişti ama sen onun kardeşi olamayacak kadar gençsin,” diye mırıldanmış sessizce. Genç adam gülerek “Ben onun kardeşiyim ama yine de aradığın kişi değilim,” demiş. “Ayrıca göründüğümden de daha yaşlıyım,” diye eklemiş. Kız inanmayan gözlerle bakmış adama ve ufak bir bıkkınlıkla “Peki, bana yardım edebilecek bir şeyler biliyor musun?” diye sormuş. Adam “Aradığın kişinin ormanın sonunda olduğunu duydum. Yürümeye devam et. Belki onu bulursun,” demiş. Genç kız adama teşekkür etmiş ve tam yola koyulmadan önce merakına düşerek “Çok sessizce kendi kendime mırıldanmıştım. Beni nasıl duydun?” diye sormuş. Adam yüzünde gizemli bir gülümsemeyle “Ben her şeyi duyarım,” demiş. “Ve sana nasıl böyle genç kaldığımın da sırrını vereceğim. Dediğim gibi, ben her şeyi duyarım ama asla kötü şeyleri kalbime kadar taşımam. Gerçekliğimden uzaklaşmam ama yaralayıcı şeylerin bir kulağımdan girip diğer kulağımdan çıkmasına da izin veririm ve en önemlisi kulaklarımı hep müzikle kutsarım. Kutsarım ki müzik ruhuma da can versin, onu gençleştirsin,” diye bitirmiş cümlesini ve vedalaşmışlar.

Genç kız ormandaki yürüyüşüne devam etmiş. Uzun bir süre yürüdükten sonra hem çok yorulmuş hem de acıkmaya başlamış. Karnı guruldaya guruldaya devam etmiş yoluna. Birden kurabiye kokusu sarmış etrafını. Ağzı sulanarak takip etmiş kokuyu ve ormanın ortasında, bir piknik örtüsünün üstünde bir ziyafetle karşılaşmış. Enfes kokulu kurabiyelerden ağız sulandırıcı meyvelere kadar bir sürü şey duruyormuş ye beni dercesine piknik örtüsünün üzerinde. Bu ziyafetin sahibini bulabilmek için sağa sola bakınmış genç kız ama kimseyi görememiş. Bir adım daha yaklaşmış ve gözlerini kapatıp iyice içine çekmiş enfes kokusunu kurabiyelerin. Birden sağından küçük bir kız sesi “Çok güzel kokuyorlar, değil mi?” demiş. Genç kız şaşırarak sağındaki küçük kıza döndüğünde, “İstersen yiyebilirsin. Fırından yeni çıktılar,” demiş sol tarafından küçük bir oğlan sesi. Sol tarafına baktığında küçük kızın yaşlarında ve ona oldukça benzeyen bir oğlanla karşılaşmış. “İkiz olmalılar,” diye düşünmüş genç kız kendi kendine. İkizler örtünün bir ucuna oturmuşlar ve genç kızın ortalarına oturması için işaret etmişler. Genç kız oturduktan sonra küçük kız bir kurabiye vermiş eline genç kızın. “Tadına bak,” demiş küçük oğlan. İkizler beklenti dolu bakışlarını kıza yöneltmişler. Kız kocaman bir ısırık almadan önce iyice içine çekmiş enfes kokusunu kurabiyenin. Kurabiyeyi çiğnerken küçükken annesiyle birlikte yaptığı kurabiyeleri hatırlamış genç kız. Gözünde annesiyle şakalaşmaları, oynadıkları oyunlar, kurabiyeleri yemeye gittikleri parklar ve daha birçok anı canlanmış. İkizler genç kızın hafifçe gülümseyen yüzüne ve dalgın bakışlarına bakarken küçük kız hafif bir kıkırdamayla “Bunu yaparlar,” demiş. Genç kız soran bakışlarla küçük kıza döndüğünde, küçük oğlan “Tatlar unuttuğun birçok anıyı geri getirebilir, sana anılarını tekrardan yaşatabilirler,” demiş diğer taraftan. Küçük kız “Kokularda!” diye eklemiş hemen. İkizler aralarında bir sır varmışçasına bir süre bakışmışlar ve küçük kız genç kıza taze sıkılmış meyve suyu dolu bir bardağı uzatırken “İnsanlar kokuları ve tatları çoğu zaman önemli olarak görmezler.” demiş. Küçük çocuk “Ama aslında hayattan zevk almanı sağlayan çok önemli duyulardır. Hayatını güzelleştirir ve unutulmuş anılarına ulaşmaya anahtar olurlar bazen. Sen fark etmesende onlar senin için birçok şey yaparlar,” diye tamamlamış cümlesini küçük kızın. İkizlerin yaşlarına göre bu kadar olgun ve ciddi konuşmalarına hafifçe gülmüş genç kız. Sohbet etmeye ve yemeğe bir süre devam etmişler. Genç kız karnı doyduğunda havanın iyice karardığını fark etmiş. “Geç oluyor. Yoluma devam etmem lazım,” diye düşünmüş. İkizlere dönerek “Ormanın sonunda aradığım bilgeyi bulabileceğimi söylediler. Oraya nereden gidebileceğimi biliyor musunuz?” diye sormuş. İkizlerin anlık bir kafa karışıklığı ile birbirlerine bakmışlar ve sanki gözleriyle anlaşmış gibi aynı anda “Nereden gittiğin fark etmez. Sonuç olarak hepsi ormanın sonuna çıkacak,” demişler. “Ama kısa yoldan gitmek istersen bu yolu takip et,” diyerek yüzlerinde kocaman bir gülümsemeyle bir yeri işaret etmişler. Genç kız bir an tereddüt etmiş ama daha iyi bir seçeneğinin olmadığını düşünerek gösterdikleri yoldan yürümeye devam etmiş. Dakikalardır yürümesine rağmen ikizlerden gelen hafif kıkırdama seslerini hâlâ duyabiliyormuş.

Uzunca bir süre yürümüş ama bir türlü bulamamış aradığı kişiyi. İkizlere onu kandırdıkları için içinden kızarken çok yorulduğunu ve artık devam edemeyeceğini fark etmiş. Bir ağacın yanına kıvrılmış pes ederek ve uyumaya başlamış. Uykusundayken kollarına ıslak bir şeyin değdiğini hissetmiş. Uyku sersemi, gözlerini açmadan koluna dokunan şeyi kavrayıvermiş ve kucağına çekip sarılmış. Yumuşacık tüylerin cildine verdiği hoşnutlukla şeyi kendine daha çok çekip sıkıca sarılmış. Sonra anlık gelen farkındalıkla gözlerini kocaman açmış ve korkuyla kucağındaki şeye bakmış. Uyku sersemi kucağında tüylü siyah bir şey görünce küçük bir çığlıkla ayağa fırlamış ama dengesini kaybedip tekrar sertçe yere oturmuş. Acıyan poposuyla birlikte, yerde uyumaktan tüm vücudunun tutulduğunu ve üşüdüğünü fark etmiş hemen. Ayağa kalkmaya çalışırken acı dolu bir inleme çıkmış ağzından. Arkasından bir ses “Yardım lazım mı?” demiş. Dönüp baktığında kollarındaki siyah tavşanı seven yaşlı bir adamla karşılaşmış. Uyandığında kucağında olan şeyinde tavşan olduğunu yeni yeni fark eden genç kız şaşkınlıkla önüne dönmüş ve bir sürü tatlı siyah tavşanın etrafta zıplayarak gezindiğini ve bir şeyler yediklerini görmüş. Genç kız yanaklarına sıcak bastığını hissederken bu sefer utanç içinde bir inleme çıkartmış. Yaşlı adam genç kızın haline hafifçe gülümserken onu yerden kaldırmak için elini uzatmış. Genç kız, yaşlı adam elini sımsıkı tuttuğunda ve güçlü bir şekilde çekerek onu yerden kaldırdığında oldukça şaşırmış. “Göründüğümden daha güçlüyümdür,” demiş yaşlı adam. “Sen ikizlerin bahsettiği genç kız olmalısın. Yaptıkları küçük şakayı mazur gör lütfen. Kısa yolu seçenlerle uğraşmayı severler,” diye eklemiş. Genç kız daha da utanarak başını sallamış. Yaşlı adam genç kızın göz ucuyla tavşanlara baktığını görünce “İstersen sevebilirsin. Seni ısırmazlar,” demiş. Kız çekine çekine bir tavşana doğru eğilmiş ve yavaşça yaklaşarak tavşanın başını sevmeye başlamış. Eline değen yumuşacık tüyleri hissedince içi mutlulukla dolmuş. Kendine engel olamadan almış tavşanı kucağına, büyük bir sevgiyle sarılıp öpmeye başlamış. Bir süre sonra yaşlı adamın bir kayanın üzerinde oturmuş halde, başka bir tavşanı severken kendisini izlediğini fark etmiş. Yaptığı şeyden utanarak başını eğmiş ve sessizce “Üzgünüm,” demiş genç kız. Yaşlı adam hemen “Asla severek yaptığın bir şey için özür dileme,” diye cevaplamış. “Dokunmak bir sevgi göstergesidir. Sarılmak, öpmek utanılacak bir şey değildir. Bazen sadece dokunarak öğrenirsin bir şeyleri. Bazen de dilinin yetmediği yerde hareketlerin konuşur senin yerine. Eminin o tavşan senin ona gösterdiğin sevgiden oldukça mutludur.” Genç kız küçük bir gülümseme göndermiş yaşlı adama ve tavşanı sevmeye devam etmiş. Sonra bir anda kafasını kaldırmış genç kız ve “Unuttum! Ben buraya bilgeyi aramak için gelmiştim.” demiş. Bir an sessiz kaldıktan sonra “Peki, ondan ne istiyorsun?” diye sormuş yaşlı adam. “Ben kayboldum,” diye cevaplamış genç kız. “Ondan sorunlarımı çözmede bana yardım etmesini istiyorum.” Yaşlı adam “Kayıp mı oldun? Bana hiçte kaybolmuş gibi gözükmüyorsun. Aksine gayet güzel ormanın sonuna kadar geldin,” demiş. “Ormanın sonu mu? O zaman sen aradığım bilge olmalısın?” demiş genç kız coşkuyla. Yaşlı adam kızın sorduğu soruyu es geçerek “Neden bir bilgeye ihtiyaç duyuyorsun ki? Buraya kadar yürüdün ve gelirken hiç kimseye de ihtiyacın olmadı. Çoğu kişi bu ormana adım atmaya bile korkar ama sen buraya kadar cesurca ve yardımsız geldin. Hatta yanlış yönlendirilmene rağmen doğru yolu buldun. Başka birinin senden daha iyi iş çıkaracağını nereden biliyorsun?” demiş. Genç kız, yaşlı adamın dediğini bir süre düşünmüş. Daha sonra elindeki tavşanı yere bırakıp gitmek için hazırlanmış. Yaşlı adama teşekkür edip vedalaşmış. Tam arkasını dönüp yürümeye başlamadan önce “İyi bir bilgesin,” demiş genç kız. Yaşlı adam “Hiçbir zaman bilge olduğumu söylemedim,” diye cevaplamış. Genç kız bir an kafa karışıklığıyla yaşlı adama bakmış. Daha sonra fark ettiği şeyle kocaman gülümsemiş ve arkasını dönüp ormandan çıkmak üzere yürümeye başlamış ama bu sefer kimseye yol sormamış.

 

Elif Nur Altuntaş

18.06.2021

Kategoriler
Yazarak İyileşme Blog

Bir Yudum Kahve – Gül Çınar

Taze çekilmiş kahvenin kokusunu duymayan burun kaldıysa hemen küçük bir kahve değirmeni alıp bir avuç kahve çeksin kendine. Koskoca mekânın bile olsa bir avuç kahve ortalığı mis gibi kokutmaya yeterde artar .Niye kahveyle başladın derseniz kırk yıl hatırı sayılır da ondan  .Şimdi düşünüyorum da yazıda kırk yıla eşdeğer midir acaba bu kahve? Kokusu hafızayı açar, çocuklarınıza koklatırsanız IQ’ları yükselir. Dilinize sürün dilinizdeki kimyasal reseptörler aracılığıyla tat duyunuz kahvenin tadını alacaktır. Ardından gözleriniz devreye girecek retinası sayesinde yüzde altmış bilgi gözlerinizle gelecek sorgulayacaksınız bu kahve çekirdekleri nereye ait ? Bizim kuruyemişçide bir gün kahve çekirdekleri bitti. Bir türlü gelmek bilmeyen kahve çekirdekleri için niye bu kadar uzun sürdü diye sordum kuruyemişçideki genç çocuğa. Bana “abla kahve bize Yemen’den geliyor,” dedi. Ben de “hee demek  ki çok uzak mesafe olduğu için bunca süre gelemedi,” deyip güldüm. Bu yazıyla Yemen’e sevgiler yolluyorum. Kahve değirmeni çalışırken işitme duyusu sesi dış kulakta toplayıp beyin sapına iletiyor. Tıkır tıkır tıkır tıkır çekildi kahve duydunuz mu? Kahve çekilirken prospirioseptif  duyularım yani beden farkındalığım girdi devreye, bedenim değirmenin yanında kahveyi bekliyor. Vestibüler duyularım kısaca hareket duyularımla vücut postürümü olabildiğince dengede tutuyorum ne de olsa Yemen’den gelen kahveyi alacağım değil mi? Davranışlara duyu bütünleme yoluyla bakınca daha bir mutlu oluyor insan. Duyguların altında yatan ihtiyaçlarımı görmek iyi ki hatırı sayılır kahve var şu hayatta dedirtiyor. Eve geldim. Pişirdiğim kahve mi yudumlarken yaralarımla yüzleşiyorum. Mutlu ve sağlıklı bir yaşam yeteneği ve kişisel dengemizi etkileyen temel duyularımızı bilmeyen var mıdır diye düşünüyorum. Yüz yüze onlarla konuşuyorum. Anlamlı bir açıklama geldiğinde çözümde ardından hemen geliyor. Hayatımı anlamlı yapan ne çok kahvem varmış  dolabımda.

Her birimiz kaç yaşında olursak olalım duyularımızın bazen çocukluğumuzda bütünlenmediğini, çocuk olmadan büyümenin, büyümeden yaşlanmak diye bir şey  olduğunu biliriz. Kahvenizi yudumlarken çocukluğunuza gidin kaç hayırla büyütüldünüz? Kaç kere sen küçüksün diye azarlandınız? Kocaman yağmur sularının içine atlayıp her yerinizi ıslattığınızda hissettiniz mi bedeninizi sonra annenize koşup sarıldınız mı? Pek çok insan duyuları yüzünden bütünlenemediğini farkında bile değil, her insanın holistik şifa gibi mutlaka duyularının bütünlenmesinin sağlanması gerekmekte. Bu bağlamda derin duyularımla; insan hayata hazır olmak diye bir şey olduğunu düşünüyor fakat yok. Sadece düştüğünde seni yerden kaldıracak hayat dinamiklerine sahip olmak diye bir şey var. Yazımın başına dönersem ey insan kahve deyip geçme, kahve güzel, bütün duyularınla sen güzelsin…

Kategoriler
Yazarak İyileşme Blog

Lina’ ya mektuplar- Duyu Organları – Hikmet Seda Kut 

Lina’ ya mektuplar- Duyu Organları

İlk mektubumda senin doğumunun bana hangi duyguları yaşattığını, insan olmanın kısa hikâyesini ve bedenin önemini sana dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım sevgili torunum.  Bugünkü yazı konumuz beş duyu organımız.

Ev ve beden arasındaki benzerliği düşünürsen; ‘’gözlerimiz bizim pencerelerimizdir’’, dediğimi hatırlayacaksın.   Pencereden dışarı bakınca, çocukların koşuşturarak oynadığını, komşuların yürüyüş yaptığını, ağaçlardaki kuşları, uzaklardan görünen denizi ve üstündeki beyaz yelkenlileri göreceksin. Pencereler, etrafımızdaki güzellikleri görmemizi sağlarlar. Gözlerimizin ve diğer duyu organlarımızın da yaptığı şey budur. Dışarıdaki dünyadan verileri toplayıp beynimize aktarırlar ve beynimizde bu verilerle ilgili ne yapmak istediğine karar verir. Bizi en çok insan kılan duyumuz, görme yeteneğimizdir. Gözlerimiz bize görüş derinliği kazandırır.  Beynimizin işlemden geçirdiği verilerin yüzde 80’i gördüklerimizden gelir. Her zaman dokunmuyor, koklamıyor veya dinlemiyor olabiliriz.  Ancak beynimiz görsel verileri işlemden geçirmeye devam eder.  Gözlerimizin, 2 milyondan fazla çalışan parçası ve saatte 36 bin bilgi parçacığını işlemden geçirebilme becerisi vardır. Gözlerimiz açık olmadıkları zamanlarda hatta uyurken bile sürekli hareket ederek, rüya görmemizi sağlar. Gözler vücudumuzun en güçlü araçlarından biridir. Birçok kültürde gözün gücüyle ilgili semboller vardır. Bakışlarla birine kötülük ya da zarar verebilme gücüne karşı, babaannen getirdiği kıyafetlere nazar boncuğu takarak seni başkalarının kem gözlerinden korumaya çalışıyor..

Genellikle güneşli bölgelerde yaşayan insanların göz renkleri koyudur, çünkü daha koyu renk, güneşi engeller. Öte yandan az güneş ışığının bulunduğu bölgelerde yaşayan insanların gözleri genellikle mavidir. Böylece içeri daha fazla ışık alabilir. Senin babaannenin gözleri yeşil, anneanenin mavi,  bakalım senin gözlerin ne renk olacak sevgili torunum? Hepimiz merakla bekliyoruz. Bu aralar seninle göz teması kurarak, parlak ve canlı renklerle dikkatini çekerek, başını döndürmeni, kafanı kaldırıp başını dik tutmanı ve boyun kaslarının gelişmesini sağlamakla meşgulüz. Annene de seni emzirirken bir sağdan, bir soldan meme vermesini ve hep aynı pozisyonda emzirme yapmamasını öğütledik.

Eğer kalbimiz durursa, ölürüz demiştim. Ama duyu organlarımızda böyle bir şey söz konusu değil. Onların fonksiyonlarını kaybetmeleri hayati sonuçlar doğurmaz belki ancak hayatımızı çok zorlaştırırlar. Bazı kişiler örneğin ünlü şarkıcı Jose Felciano doğuştan kör olmasına rağmen müzik yeteneği ile doğmuştu. Hayatını buna göre yönlendirmiş ve dünyanın en bilinen ve sevilen şarkıcılarından biri olmayı başarmıştır. Gözleri kör olarak dünyaya gelenlerin kulakları ve diğer duyu organları bu açıklarını kapamak için çok gelişmiştir. Kulaklar ses için bir huni görevi görür. Sesi yönlendirir ve gitmesi gereken yere yöneltir. İki kulağımız olmasının nedeni sesin hangi yönden geldiğini anlamamız içindir. Ses kulak kanalımıza girdiğinde, beynimiz duyduğumuz sese dayanarak karar verebilir. Duyabilmemiz için ses içeri girmek zorundadır. Dış kulaktaki kulak zarı ses dalgalarını sıvı ve sinirlerle iç kulaktaki üçlü kemiği titretecek mekanizmaları harekete geçirir, iç kulaktaki sıvı titrediğinde çalkantı hareketi olur ve sinirler beyne sinyal göndermeye başlar.

Eğer kulağının içinde çok fazla kir olursa ses dalgaları kulak zarına ulaşamaz. Baban sana hastanede duyma testlerini yaptırdı ve hepimiz rahatladık, işitme duyunda herhangi bir aksaklık olmadığını anladık. Çevrenden gelen sesleri duyuyorsun, özellikle annenin sesine başını çeviriyorsun, kadın seslerine karşı daha dikkat kesiliyorsun. Zamanla babanın ve büyükbabanın seslerine de kulak vereceğin günleri bekliyoruz.

Annenin yediği yemeğin kokusunun ve tadının onun sütüne geçtiğini, bebeklerin koklayarak annesinin meme ucunu bulabildiğini, anne sütünün tadını ayırt edebildiğini senin sayende öğrendik. Annenin göğsünde onun tenine dokunarak derin uykulara dalmanın keyfini çıkarmaya bak sevgili Lina. Ana kucağının yerini hiçbir şey tutamaz.

Tenimiz ve derimiz dış dünyayla en çok temas halinde olan organımızdır. Koruyucu özelliği vardır. Beynimize dış dünyadan gelen sinyalleri gönderirler. Eğer bir yerin yanarsa ve canın acırsa hemen oradan uzaklaşman gerektiğini sana anlatır. Dokunma duyusundan hayatın boyunca yoksun kalmamanı diliyorum. Dokunmanın terapi etkisi, şifa mekanizması, duyusal iyileştirici özellikleri vardır. Anneden süt emdikten sonra küçücük bedeninde oluşan gazı çıkarmak için baban senin karnına masaj yapıp göğsüne alıyor, sende kafanı babanın omuzuna yaslayarak hemen uykuya dalıyorsun. Derinin hep bebek yumuşaklığında kalmasını isteyebilirsin ancak derimiz zaman içinde yaşlanır ve kırışıklıklar oluşur esnekliğini kaybeder. Derimizi korumak için nemli tutmalıyız, su içmeliyiz, uzun süreler boyunca güneş altında oturmamaya dikkat etmeli ve sigaradan uzak durmalıyız.

 

Herhangi bir duyu organımızı kaybetmemizin hayatımızda birçok şeyi değiştireceğini ve zorlaştıracağını hepimiz biliyoruz. Duyu organlarımızın canlılığını korumak ve onların yaşlanmasını önlemek için bedenimizi sağlıklı tutmayı başarmalıyız. Ömür boyu genç kalabilmenin anahtarı bağışıklık sisteminde gizlidir. Gözle görülemez veya hissedemeyiz ama bizleri hastalıklardan koruyan ve çabuk iyileşmemizi sağlamanın yolu bağışıklık sistemimizi güçlü tutabilmekten geçer. Bunları unutmamanı ve hem duyu organlarını hem de bedenini genç tutmanı diliyorum  sevgili torunum Lina.

Büyükbaban-

Hikmet Seda Kut

13/06/2021

 

 

 

Kategoriler
Yazarak İyileşme Blog

5 Duyu – Ferhan Tekinmirza

Sanırım ilkokuldaydım 5 duyu organını ve onlarla çevremizi nasıl algıladığımızı ilk öğrendiğimde. O zamandan beri duyu organları denince, insanın çevresini algılama şekilleri, algılama organları gelir aklıma. Bu haftanın konusu olan 5 duyu üzerine düşününce ‘peki ama, acaba aktarmayı nasıl yapıyoruz, aktarma organlarımız nedir?’ sorusu geldi aklıma. ‘5 duyu organımız bilinç ve bilinç dışındaki tüm duygu ve düşüncelerimizi hem algılamamızı hem de aktarmamızı sağlayan organlarımız mıdır aslında?’ diye bir düşündüm.

Gözlerimizle görürüz. Peki, gözlerimizle gösterir miyiz? Hani bazı anne babalar için derler ya ‘bir şey demedi, ama öyle bir baktı ki yerime oturdum hemen’ diye. Başarılı oyuncuların da mimiklerini ve bakışlarını iyi kullandıklarından bahsedilir. Bazı filmlerde sözsüz sahneler vardır, oyuncuların sadece yüzleri ve gözleri gösterilir ve o sahnede ne anlatılmak istendiği gayet net bir şekilde anlaşılır. Kızdığımız birine bazen öyle bir bakış atarız ki, attığımız bakış mıdır yoksa bir çift kılıç mı tartışılır.

Birini desteklemek ya da takdir etmek istediğimizde omzuna hafifçe vururuz. Sevdiğimiz birinin yanağını ya da başını okşarız. Kızdıysak bir tokat patlatıveririz, dokunmayla olan aktarımımız ağırlaşır anında. Dokunmanın miktarı ve derecesi hangi duygumuzu aktardığımızı belirlemektedir.

Kullandığımız kelimeler, ses tonumuz, mırıldandığımız şarkılar, ellerimizle tuttuğumuz ritim. Hepsi karşımızdaki insanın işitme duyusuna hitap eden sesli aktarımlardır.

Bir de aktarımda kendi duyularımızı doğrudan kullanmadığımız ama karşımızdakinin duyularına hitap ettiğimiz, hatta yönlendirdiğimiz durumlar vardır. Örneğin her insanın doğal bir kokusu vardır. Yastığımıza sinen kokumuzu ararız, bebeğimizin kokusunu içimize çekeriz. Arama köpeklerine bir insanın eşyası koklatıldığında o kişiyi bulur, başkasıyla karıştırmaz. Farkında olmadan kendimize en uygun kokuya sahip olan insanları eş olarak seçtiğimizi söylüyor bilim insanları. Hayvanlar gibi feromon salgıladığımızı. Yediklerimiz içtiklerimiz de beden kokumuzu etkiliyor. Biz ise bugün gerçek kokumuzu maskelemek ya da yönlendirmek için parfüm endüstrisinden yardım alıyoruz. Çeşitli farklı kokularla karşımızdaki insanlara mesaj iletiyoruz. Ahmet Ümit’in bir Başkomiser Nevzat karakteri vardır, o karakterin de bir sevgilisi; ‘lavanta kokulu sevgilim’ diye tanımlar. Lavanta kokulu kadınlardan odunsu, çiçeksi, baharat ve daha bir sürü çeşit kokulu kadın ve erkekler dünyasına geçtik bugün.

‘Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer’ cümlesini hepiniz duymuşsunuzdur. İnsanların damak zevkine hitap etmenin önemini çok güzel vurgular bu cümle. Bir de ‘anne yemeği kavramı’ vardır. İnsanlar kaç yaşına gelirlerse gelsinler annelerinin yaptığı yemeğin tadını özlerler. İnsan bazen çocukluğundaki bir tadı arar. Bazen bu tadı bulur da ama aynı tadı alamaz her zaman. Artık o aynı çocuk değildir çünkü. Aslında o tatta aradığı o anki duygusudur, mutluluğudur, tadın kendisi değil ama bunu fark etmez. ‘Artık eskisi gibi yapamıyorlar, ustası değişmiş herhalde’ der onun yerine.

Her insanda bu duyuların bir ya da ikisinin baskın olduğunu söyleyenler var. Sizde hangileri baskın?

Ferhan Tekinmirza / 16.06.2021

Kategoriler
Yazarak İyileşme Blog

Kanıtlar – Fatma Genç İnal

Neyi nasıl bildiğimin kanıtları çoktur.

Hissederim
Bir ustanın malzemeyi parmaklarının arasında tanıması gibi
Soğuk mu, sıcak mı?
Sert mi, yumuşak mı
Kaygan mı, pütürlü mü?
Bir tekstilcinin kumaşı tanıması gibi
İpekli mi, sentetik mi?
Kaşmir mi, yünlü mü?

Görürüm
Bir ressamın gördüğü gibi
Da Vinci, Van Gogh, Monet gibi
Karanlık mı, aydınlık mı?
Canlı mı, soluk mu?
Renkli mi, renksiz mi?
Uzak mı, yakın mı?

Duyarım
Aşık Veysel, Schubert, Chopin gibi
Ses ağır mı, hafif mi?
Pes mi, tiz mi?
Berrak mı, boğuk mu?

Tadarım
Şarap tadım uzmanı Pallas gibi
Tatlı mı, ekşi mi?
Acı mı, tuzlu mu?
Umami mi?

Koklarım
Tıpkı bir koku uzmanı gibi
Meyvemsi mi, çiçeksi mi?
Otsu mu, hayvansal mı?
Baharatlı mı?
Narenciye mi?

Daha derinden fark ederim
Tıpkı bir fizyolog gibi
Nefes alıyor mu, tutuyor mu?
Ayakta mı, oturuyor mu?
Dengeli mi, dengesiz mi?
Yürüyor mu, koşuyor mu?

İşte tüm bu kanıtlar,
Bedeni bilmek,
Yaşamı hissetmektir.

Fatma Genç İnal 16/06/2021

Kategoriler
Yazarak İyileşme Blog

Çoban Matı – Ayfer Atay

Bir gün biri  dedi ki

çobanla benim oyum bir mi

bu mu senin kederin

belki de ülkenin geleceğini

belirlemekti kaderin.

Ey çoban nedir kederin

hafife alınmak mıydı derdin

aslında hiç de fena değil kariyerin

satranç oynamakla

belirlendi kaderin

Ey çoban nedir kederin,

sürülerinden uzak olmak mıydı derdin,

bir gün çayırlara yolu düşen birinin

satranç oynama teklifini

kabul etmek miydi kaderin

Ey çoban nedir kederin,

mezbahaya giden koyunların

bacağından asılması mıydı derdin,

kurnaz rakibin beyazı seçerken

siyah taslara  kalman mıydı  kaderin,

Ey çoban nedir kederin,

yoksa yalnızlık mıydı derdin ?

beyazın  hamlelerine  karşı

çaresiz mi kalacaktı  hamlelerin,

taşları koyun sanmaktı belki de kaderin,

Ey çoban nedir kederin,

kavalını çalamamak mıydı derdin,

en azından denedin, biraz da oyalandın,

cesurca karşı koysan da

her acemi gibi

dört hamlede mat olmaktı kaderin

Ey çoban

baş başamı kaldın kederinle

yoksa kimse ilgilenmedi mi derdinle

hadi artık neşelen

sendin o yenilgiye adını veren

gurur duy şimdi kaderinle

biz de övünüyoruz bak seninle

çünkü

ismin var artık satranç sözlüğünde…

üzülme yine gezersin sürülerinle

dertli çoban