pendik escortbostancı escortkadıköy escortankara escorthttps://100tlbonusverensiteler.comankara escortataşehir escortMebbisEvolve casinoCbet casinoHyper casinoDrift casinoBetsson casinopasgolistanbul escort bayangrandpashabetgrandpashabethacklinkhttps://www.digitalnorthampton.com/jojobetjojobet kaydolmatbet girişjojobetjojobetjojobet giriştrend topic satın albetebetjojobetjojobetbetebetjojobetbetkanyonmatadorbet girişjojobetbahsegelgrandpashabethttps://www.cafeneve.com/casibommatbetjojobetsahabetextrabetholiganbet girişjojobet girişyouwinhttps://thechelseatreehouse.com/grandpashabet doğru adresjojobet girişjojobet girişjojobet giriş günceljojobet giriş güncelgrandpashabet girişcasibom girişÇocuk pornosujojobetjojobetjojobet girishitbetalobetjojobet girişjojobetjojobetjojobetholiganbetvaycasino girişjojobetdumanbetcasibom girişGEO ACADEMYlimanbetdeneme bonusucasibom günceljojobet girişcasibom girişjojobet girişjojobetmatbetpusulabetistanbul escortholiganbetslot oyunlarımatbetmatbetmatbetBetebetilbet girişJOJOBETjojobetgüvenilir casino sitelerimeritkingMarsbahiscasibom güncel girişlunabetcasibom girişbetciosahabetmatbet güncelmatbet güncelmatbet girişbetriyalbetriyalbetriyalbetriyaljojobet girisjojobet girisjojobetjojobetcasibom güncelbetriyalTümbetfixbet girişbetnanomarsbahis girişvaycasinovaycasino girişkralbetkralbetjojobet güncel girişmarsbahis girişkralbetmatbetmatbet girismatbetjojobet girisjojobet girisjojobet girismatadorbet girişholiganbet girişjojobetjojobet girişjojobetkralbetmarsbahis girişparibahisparibahistipobetcasibomabcgaziantep escortgaziantep escortporno izlecasinolevantcratosslotgrandpashabetjojobetkavbetcasibomextrabetcasinolevantGüvenilir Slot sitelericasinolevantcasibomjojobet girişjojobet girişsahabetvaycasinocasibomcasibom giriş güncelcasibom giriş güncelcasibom giriş güncelCASİBOMjojobetcasibomcasibomcasibomcasibomcasibomJOJOBETjojobet girişCASİBOMjojobetjojobetjojobet girişjojobetjojobetpadişahbetmatbetcoinbarCASİBOMAsyabahissetrabetjojobettmatadorbetmatadorbetMarmaris Travestimatbetmatbetsekabet twitterCASİBOMMARSBAHSEGELcasibomcasibomJOJOsugar rushlevant casinobetriyal girişvaycasinoVaycasinovaycasino girişcasibomjojobetjojobet girişjojobetCasibom Bonus
Kategoriler
Yazarak İyileşme Blog

Minik Bir Kedi Bakışı – Mine Kar Özbek

Bir kedinin gözüyle dünyaya bakmak istiyorum. Minicik yeni doğmuş bir kedi. Savunmasız. Beklentisi sadece karnını doyurmak. Annesinin peşinden gidip onun yaşadığı tecrübeleri istemsizce öğrenmek. Neyi, neden yaptığını düşünmeden. Sadece annesinin bakış açısını gözlemleyerek bıraktığı izleri takip etmek. Zamanı geldiğinde de kendisini bir kedi olarak yaşadığı ortama ilan etmek. Gözleriyle hissedip burnuyla koklamak. Kadın mı, erkek mi, olduğunu hiç planlamadan doğanın akışına kendini bırakmak. Minicik bir kedi gibi yaşayıp miskin miskin bir köşede uyuyup sadece büyümeyi beklemek. Zamanı geldiğinde büyüyeceğinin farkındalığıyla çelimsiz mi? Şişman mı? Eksik mi? Yarım mı? Olduğunu düşünmeden. Sahiden yaşamak. Plansız, programsız anı yaşamak. Birinin gelip onu annesinden koparacağı korkusunu bile bilmeden. Gözlerini açtığı andan itibaren bir dünya düzlemi içinde var olduğunu, bir döngüde, bir yaşam planı içerisinde olduğunu, varlığının önemli ve aynı zamanda değerli olduğunu bilmeden fakat bunu düşünmesi için bile gerek görmeden o muhteşem akışın içinde var olduğunu göstermek için miyavlamak. Buradayım demek. Siz beni ister görün, ister görmeyin, ister sevin, ister sevmeyin hiçbir koşula bağlı olmadan sadece var olması gerektiği için varlığına sahip çıkan minicik bir kedi olmak sahiden nasıl olurdu?

Karanlık bir tünelden geçiyor gibi bir korku mu yaşardı, İnsanoğlunun o korkutucu yanına rastladığında? Kim bilir kimler sever, kimler sahiplenirdi. Ya da korumasız gibi görünüp aslında kendi gücünü keşfe çıkmaya ne zaman başlardı? Kendine inanmak için ne kadar yol kat etmesi gerekirdi? Hangi olaylardan geçip, hangi acı deneyimler onu kendine inanmamasına neden olurdu? Kendine hiç inanmadığı zamanlar yaşar mıydı? ümidini, hayalini hiç kaybeder miydi? bağımsız olmak hoşuna gitmez miydi? Yoksa birilerinin gölgesinde kendi gölgesinden korkan miskin bir kedi mi olurdu? Diğer kediler koşup oynarken o kenardan sadece onlara mı bakardı? Hiç ummadığı hastalıklar, salgınlar, yangınlar felaketler olduğunda gözlerini korkuyla açıp var gücüyle miyavlar mıydı?

Anlar mıydı? o minicik patilerinin daha yere basmadan, yürümeden olgunlaşamayacağını. Zorluklarla karşılaşmadan belki günlerce aç, susuz kalarak öğreneceği yaşam deneyimleri onun bu dünyaya gelme yolunu engelleyecek miydi?

Minicik bir kedi gibi dünyaya baktığımda başladığım noktaya tekrar dönmek isteyeceğim aklıma gelmemişti. İnançlarımı yeniden sorgulayıp, yalnız kalmışlık duygumu bertaraf edip, korkularımı, kaygılarımı gökyüzüne balon gibi uçurup, karanlık yanımla bütünleşip, karamsar duygularımı bir kedi bakışıyla koparıp atıp yerine beyaz, bembeyaz göz kamaştıran bir bakış açısıyla değiştirmeyi deneyimlemek muhteşem bir ayrıcalık.

Mine Kar Özbek

19/05/2021

Kategoriler
Yazarak İyileşme Blog

İncir Ağacı – Hikmet Seda Kut

Sahneye giriş sırası ile kişiler: Büyükbaba
Babaanne
Erkek Torun: 8 yaşlarında Torunun halası

1. Sahne

Büyükbaba tahta bir koltukta minderlerin üstünde oturuyor. Keyifle piposunu tüttürüyor. Yanında küçük bir masa üstünde gümüş bir tepsi içinde bir kadeh buzlu rakı, bir bardak buzlu su, ince dilimlenmiş tulum peyniri, iki parça kavun ve küçük boy soyulmamış yeşil salatalık duruyor. Kıpkırmızı bir gonca gül bembeyaz mermer bir vazo içinde tepsinin sağ yanına özenle konulmuş. İncir ağacının gölgeliğindeki tahta koltuktaki büyükbaba pilli radyodan cızırtılı bir sesle Zeki Müren’in ‘Bir Demet yasemin’ şarkısını dinlemekte.

Babaanne: Hikmet Bey sofranda eksiğin var mı?

Büyükbaba: Salatalığı doğramayı niye unuttun? Tam keyfim yerine gelmişti, onu da kaçırdın Münevver Hanım.

Babaanne: Kusura bakma Hikmet bey, torun aradı az önce bize geliyor.

(Torun sahneye girer ve Büyükbabanın keyifli sofrasına uzaktan bakar)

Torun: Babaanne, bana incir toplasana ağaçtan,

Babaanne: Hikmet bey çok işim var, çocuğun istediği incirleri sen toplar mısın? (Çıkar.)

Torun: Büyükbaba, ne olur bana incir toplasana…
Büyükbaba: Yemek yiyorum şimdi görmüyor musun evladım?
(Torun yalandan yüksek sesle ağlamaya başlar )
Babaanne: Hikmet bey ağlatma şunu ne istiyorsa yap. (içerden seslenir)

Büyükbaba: Münevver hanım bana merdiveni getir o zaman..

(Babaanne ofla pofla ya büyük bir merdivenle girer).

Babaanne: Hikmet bey buyurun merdiveniniz geldi ayağınıza. (Çıkar.)

Büyükbaba: Tut şu merdiveni ufaklık, koca adamı incir ağacına çıkartıyorsan bu saatte bak havada karamaya başladı.

(Torun merdivenin alt ucundan tutar büyükbaba ağaca yavaşça tırmanır) Torun: Büyükbaba bak şu daldakiler tam olmuş onları koparsana..

(Büyükbaba torunun istediği incirleri koparmak üzere hareket ederken gevrek incir dalı çat diye kırılır ve büyük bir gürültüyle yüzükoyun ağaçtan yere düşer.)

(Babaanne sahneye telaşla girer)

Babaanne: Eyvah, eyvah, 2 tane incir için düşürdün Hikmet beyi ağaçtan hemen git halanı çağır.

(Torun hızla sahneden uzaklaşır, Halasını elinden tutarak geri gelir)

Hala: Anne ne oldu babama, koca adamın bu saatte incir ağacında ne işi var?

Babaanne: Ne yapsın torun sevgisi işte, incir isterim diye tutturdu. Hala: Derhal ambulans çağırın, hemen arayın telefonla…
(Bu esnada babasının nabzına endişeyle bakmaktadır).
(Efekte ambulans sesi ve ışığı duyulur)

(Sağlıkçı kıyafetli 2 kişi sahneye girip büyükbabayı sedyeye koyarak çıkarlar)

Torun: Babaanne, bir şey olmayacak değil mi büyükbabama? (Babaanne toruna sarılır, gözlerinden yaş gelir )
Perde kapanır…

2. Sahne

Büyükbaba bir hastane yatağında, sağ kolu omuzdan itibaren, sağ bacağı diz altından alçılı. Alçıla bölge ip ve makara sistemiyle tavana tutturulmuş, başının altında büyük bir yastıkla hafif öne eğilmiş vaziyette Babaanne elinde tabldot tepsisiyle girer. Yatağın yanındaki sandalyeye oturur yemek yedirmeye çalışır.

Torun: Babaanne, büyükbabam iyi olacak değil mi?

Babaanne: Tabi ki evladım, artık benim şefkatli ellerimde Hikmet bey.

Torun: Şefkat ne demek babaanne?

Babaanne: Birisiyle yakından ilgilenmek, sevecenlik göstermek, koruma ve himaye altına almaktır evladım.

Torun: Benim anne ve babam bana çok şefkatli davranıyorlar değil mi?

Babaanne: Tabi ki onlar seni çok seviyorlar. Anne baba şefkatinden mahrum bırakmıyorlar seni ve kardeşini. Baban sabahın köründe kalkıp muayenehanesine gidiyor ailenin geçimini sağlıyor. Annen bütün evi çekip çeviriyor. Çok hızlı bir hayat temposu içindeler ama sizlerin başını şefkatle okşamayı, sevgi ile bakan gözlerle büyütmeyi ihmal etmiyorlar. Ben onların torunlarıma yanlış davranmasına izin verir miyim hiç?

Torun: Tamam şimdi inandım büyükbabam hemen iyileşecek. Bende bir daha sizden incir istemeyeceğim. Sana söz veriyorum babaanneciğim…

(Torun babaanneye sarılır ) Perde kapanır.
H. Seda Kut –
29/05/2021

Kategoriler
Yazarak İyileşme Blog

Taşların Hesabı – Ferhan Tekinmirza

SAHNE

Mahkeme Salonu Dikdörtgen bir mekân ama keskin hatlara sahip değil. Yüksek tavanlı, duvarları bej, tavanları çok açık mavi renkli. Sahnenin merkezinde sanığı görürüz, önünde, beline kadar gelen parmaklıklı bir bölüm vardır. Sanığın tam karşısındaki ahşap hâkim kürsüsü daha yüksektedir ve hâkime bakmak için başını kaldırması gerekmektedir. Sanığın sağındaki savcı ciddiyetle, hiçbir detayı atlamak istemiyormuş gibi önündeki kâğıtlara bakmaktadır. Üzerinde açık gri renkli takım elbisesi ve geriye taranmış saçlarıyla düzenli ve titiz birisi izlenimini vermektedir. Sanığın solunda duran avukatın üzerinde kobalt mavisi bir takım var. Saçları daha rahat taranmış. O da titiz ve düzenli bir izlenim veriyor, ancak savcı gibi gergin değil. Gülen yeşil gözleriyle sanığa güven veriyor.

Sanık şaşkınlıkla etrafına bakınmaktadır. Neden orada olduğunu anlamamış, ‘Şimdi ne olacak acaba?’ der gibidir. Başı omuzlarının arasına çökmüş, korku ve endişe dolu gözlerini etrafta gezdirmektedir.  Hâkimin sesi duyulur.

Hâkim – Sayın sanık. Bugün burada sizden davacı olan karaciğeriniz ve safra keseniz sebebiyle toplandık. Buyurun Sayın Savcı.

Sanık – Karaciğerim ve safra kesem mi, şaka mı bu? derken karnına doğru bakar, hafifçe, alaylı gülümser.

Savcı – Sayın hâkim. Sanığın karaciğeri ve safra kesesi, sanık doğduğundan beri kendisiyle birlikte yaşadıklarını ve kendisine hizmet ettiklerini, ancak sanık kendilerine gerekli bakım ve özeni göstermediğinden karaciğerde 1. derece yağlanma ve safra kesesinde birden fazla taş oluştuğunu iddia etmekte ve bunun kefaretini talep etmektedirler.

Sanık içinden bunlar çıldırmış der, kahkahalarla gülme isteğini bastırmaya çalışır. Acaba kimin şakası bu, şimdi çıkarlar bir yerlerden, diye düşünür ve biraz rahatlar.

Hâkim – Sayın Avukat?

Avukat – Sayın hâkim. Doğrudur, sanık karaciğeri ve safra kesesiyle doğduğundan beri birlikte yaşamaktadır ve zikredilen organlarda bazı hastalıklar oluşmuştur. Ancak, sanık bu hastalıkları bilerek ve isteyerek oluşturmamıştır. Sanığın hayat yolculuğunda karşılaştığı zorluklar zaman zaman kendisinin başa çıkamayacağı boyutlara ulaşmıştır. Duygusal açıdan kendini zayıf hissettiği ve başa çıkamadığı zamanlarda bedenini ihmal etmiş olabilir, bunda kasıt yoktur. Hayat şartlarının zorluğu vardır.

Savcı – Bu bir mazeret olamaz sayın hâkim. Eğer bir zorluk, bir sıkıntı varsa bunu aşmak için yardım alırsınız, kendiniz koltuğa atıp abur cubur yemezsiniz. Hadi bunu yaptınız, bunu aylarca sürdürmezsiniz. Bedeniniz sizin bu dünyadaki aracınızdır. Aracınıza iyi bakmakla yükümlüsünüz.

Sanık – (İçinden) Bu adam ne diyor ya, ne aracı, ne saçma bir şey bu! Bu beden benim, sana ne, sen benim yaşadıklarımı biliyor musun ki? Dışarıdan atıp tutmak, akıl vermek kolay tabi. Sen kim olduğunu zannediyorsun ki bana karışıyorsun?

Avukat – Sayın hâkim. Sanığın olumsuz ruh halinin uzun sürdüğü doğrudur. Ancak yardım almadığı doğru değildir. Sanık bu süreçte ilgili dallardaki doktorlara gitmiş, ilaçlarını ve kontrollerini aksatmamış, hatta strese sebep olan işinden 2 hafta izin alarak dinlenmeye gayret etmiştir.

Sanık – (İçinden) Bu adamlar tüm bunları nereden biliyor? Kimseye söylememiştim ki. Evet, yani yardım aldığım doğru, sonuçta ilaçlarımı içtim, değil mi? Doktorlar ne derse onu yaptım.

Savcı – Evet, dışarıdan öyle görünebilir. Ama sanık gerçekten de iyileşmek istemiş midir? Doktorların verdiği ilaçları kullanıp yatmak gerçekten bir çözüm olmuş mudur? Sanık hiç kendi içine bakarak çözüm arayışına gitmemiştir Sayın hâkim. ‘Hoop, biri gelsin, bana sihirli değnekle dokunsun, iyileşeyim’ demiştir. ‘Acaba ben bu sorunları neden yaşıyorum, burada ne görmem, ne öğrenmem gerekiyor, süreç zorlu olabilir ama ben bu süreçte beden, ruh ve akıl sağlığımı elimden geldiğince korumak için ne yapabilirim?’ dememiştir.

Sanık – (Sanıkta utanma ve suçluluk duyguları görülmeye başlanır. Kızarır, mahcubiyetle başını omuzlarının arasına gömer). E, o zaman bu daha kolay gelmişti. Hayatımdaki sıkıntıların sorumlusu da dışarıdaydı, beni iyileştirmesi gereken de. BANA yardım edilmesi gerekiyordu. BENİM bir suçum yoktu ki. BENİM hakkım yendi. BANA adaletsizlik yapıldı. BANA değer verilmedi. BEN yalnız ve çaresiz bırakıldım. Ne yapabilirdim ki? (Gözler ona çevrilince, bu son cümleleri kendi içinden değil de bağırarak söylediğini fark eder, utanır ve birden susar).

Hâkim gözlerini kısarak, yargılar gibi değil de anlamaya çalışır gibi sanığa dikkatlice bakar.

Avukat – (Yumuşak bir ses tonuyla) Sayın hâkim, gördüğünüz gibi sanık o dönemde birçok olumsuz duyguyla başa çıkmaya çalışmış, ancak bunu nasıl yapacağını bilememiştir ve bu süreçte bedenine yararı olmayan davranışlarda bulunmuştur. Ancak kefaretini zaten ödemiştir. O yüzden bu davanın düşmesini talep ediyorum.

Savcı – Saçmalık, nasıl ödemiş kefaretini?

Avukat – Sanık bir gece karnında büyük sancılarla uyanmıştır. Bu, daha önce hayatında hiç tecrübe etmediği kadar şiddetli ve keskin bir ağrıydı. Karnının her tarafına yayılıyor, onu nefessiz ve hareketsiz bırakıyordu. Karnındaki basınç o kadar yüksekti ki, şu filmlerde içinden patlayan insanlar vardır ya, onlar gibi patlayacağını düşünmüştür. Ne yapsa, ne yana dönse ağrısı geçmemiştir ve o çaresizlikle yardım da çağıramamıştır.

Sanık – (O gecenin acısını hatırlayarak omuzlarını silkeler). Iyyy, Allah bir daha öyle bir şey yaşatmasın, hatırlamak bile istemiyorum. Ertesi gün doktora gittiğimde safra kesemde taş oluştuğunu, ağrıya da bunun sebep olduğunu, safra kesesinin alınması gerektiğini söylemişti.

Savcı – İşte, gördünüz mü Sayın Hâkim, sanık suçludur. Kendi ağzıyla itiraf etti. Vurdumduymaz davranışları ile organlarına zarar vermiştir. Bunlar sadece davacı olan organlar Sayın hâkim, kim bilir daha ne zararlar vermiştir bedenine ve diğer organlarına? Zaten böyle sıfır egzersizle yaşayıp durmadan tıkınıp şişen birinden de başka ne beklenebilir ki?

(Savcı, bunları gittikçe artan bir iğrenme ve aşağılama ifadesiyle söylemiştir. Savcı konuştukça sanıktaki suçluluk, utanç ve değersizlik duyguları gittikçe artar, iyice kızarmaya, terlemeye başlar. Terini elleriyle siler. Sanki durduğu yerde gittikçe küçülmektedir).

Sanık – (Ağlamaklı bir sesle) Evet ama ben o geceden beri çok değiştim, değişmeye çalıştım. Safra kesemin alınmasını istemedim, ben onu seviyorum. O benim bir parçam. Böyle olmasını istemedim, böyle olacağını bilemezdim. Artık karaciğerim ve safra keseme zarar verebilecek şeyler yemiyorum. Tamam, her zaman çok başarılı değilim belki bu konuda ama en azından gayret ediyorum. Bu suçluluk ve değersizlik duygusu beni yiyip bitirdi zaten. Ben artık, artık öyle yaşamak istemediğime karar verdim. Artık daha çok hareket ediyorum, yürüyorum. Olumsuz duygu ve düşüncelerimi değiştirmek için de yardım aldım. Artık yaşadığım birçok şeyi benim yarattığımı, sebeplerini oluşturup sonuçlarını yaşadığımı anladım. İnsanları affettim, onların sadece yolculuğumda bana eşlik etmek ve bana göstermek için var olduklarını anladım. Artık şikâyet etmiyorum, çözüm arıyorum, derken iyice hıçkırarak ağlamaya başlamıştır.

Avukat – (Sakince) İşte, Sayın Hâkim, sanık kefaretini bu şekilde ödemiştir. Deneyimlediği bu süreci her anlamda iyileşmek ve dönüşmek için kullanmıştır.

Hâkim – Sayın Savcı?

Savcı – (Yüzünde bir gülümseme belirir, sükûnetle). Sayın Hâkim, sanığın karaciğeri ve safra kesesi ödenen kefaretten ve sanığın dönüşüm çabasından tatmin olmuşlardır. Şikayetlerini geri çekmeye kara vermişlerdir.

Sanığın yüzü aydınlanır, omuzları dikleşir, başını yukarı kaldırır ama gözlerinde hâlâ suçluluk ve pişmanlık emareleri görülebilmektedir.  

Birden hâkimin tokmağının sesi duyulur. Gözler hâkime döner. Karar der yüksek ve otoriter bir sesle. Davanın düşmesine ve… derken öne doğru iyice eğilir. Sanki sanığa gizli bir şey söyleyecekmiş de iyice yakınlaşmasını istiyormuş gibi. Sanık da merakla öne doğru uzanır. Hâkim yumuşak bir ses tonu ve şefkatli bir yüz ifadesiyle SANIĞIN KENDİSİNİ AFFETMESİNE der.

Bu sırada hâkim ve sanık göz göze gelir, sanki hâkim artık kürsüde değildir ve sanık da parmaklıkların arkasından çıkmıştır. Sanık bir an gördüğüne inanamaz, yanıldığını düşünür, çünkü baktığı yerde kendisini görmektedir. Burada ayna var mıydı biraz önce? diye düşünür. Ama hayır, ayna değildir karşısındaki, hâkim kıyafeti içindeki kendine bakmaktadır basbayağı. Sonra sağına döner, olamaz savcı da onun kılığına girmiştir, soluna döner, yok artık avukat da mı? O an idrak eder, gözlerini kapatır ve gülümseyerek KENDİMİ AFFEDİYORUM VE YOLUMA DEVAM EDİYORUM der.

Sahne kapanır.

Ferhan Tekinmirza – 24.05.2021

Kategoriler
Yazarak İyileşme Blog

Hikmet Bey’in Kefareti – Hikmet Seda Kut

Büyükbabam Rasimoğlu Mustafa Hikmet,1900 Mitroviça doğumludur. Mitroviça şehri, Kosova’nın kuzeyinde nehir kıyısında bir Osmanlı kasabasıdır. Kosova’nın ticaret- ihracat merkezi olarak tanımlanır.

1530’lu yıllarda 5.000 nüfuslu bu kentte, çoğu Müslüman olan halk, Arnavut ve Boşnaklarla problemsiz şekilde birlikte yaşıyormuş. Türklerin Balkanlar’da ve Kosova’da uzun süreli ve kalıcı ilişkileri, Birinci Murat devrinde 1360’lı yıllarda başlar. Kosova savaşı sonrasında sınırlar Tuna’ya ve Adriyatik denizine kadar uzanır. Osmanlıların Kosova’ya yerleşmesi ile Türkçe eğitim başlamış Kosova’nın fethinden sonra bölgede yönetim organları ve okullar kurulmuş, yaklaşık 450 yıl Türk toplumu Balkanlarda yaşamıştır.

Osmanlıların, Anadolu’da ne var ne yoksa bir daha ellerinden hiç çıkmayacakmış gibi Balkanlar’a taşımaları, kaleleri onarıp, çeşitli ulaşım yolları, su kemerleri, köprüler,   camiler, medreseler inşa etmeleri ve kültürel kalkınmaya hız vermeleri Tanzimat Dönemine kadar sürmüştür. Osmanlı yönetiminin Avrupa’nın da etkisiyle modernleşme çağdaşlaşma amacıyla açtığı okullarda Müslümanlar ve Hıristiyanlar birlikte öğrenim görmüştür. Mektebi Rüştiye Türk okulunda eğitim gören Hikmet Bey,  yan binadaki Terakki Kız Meslek özel okulunda Fransızca eğitim gören bir kıza âşık olur. Okul müdürünün kızı olan beyaz tenli, mavi gözlü 14 yaşlarında güzeller güzeli Mina’da Hikmet bey ’in kendine olan ilgisine olumlu cevap verince aralarında platonik bir çocukluk aşkı başlar. Okul çıkışlarında birbirlerinin yolunu gözleyerek, uzaktan bakışmalarla, mektuplaşmalarla süren bu beraberlik 1.Dünya savaşının başlangıç dönemlerinde ani bir şekilde son bulur. Osmanlının Balkanlardan çekilme zamanı gelmiştir. Hikmet bey Mina’ya veda bile edemeden çok hızlı bir şekilde ailesiyle İstanbul’a dönmek zorunda kalır. Apar topar yapılan bu göç büyükbabamın kalbinde yıllarca dinmeyecek bir gönül yarası açılmasına sebep olur.  Ailenin İstanbul’a yerleşme dönemi tamamlanınca Kosova’ya geri dönmeyi planlayan 16 yaşlarındaki Hikmet Bey kendini askerlik görevi yapması için yollandığı Filistin cephesinde bulur. Akka kalesini korumakla görevli Osmanlı garnizonuna dâhil olur. Kızıldeniz Lut gölü çöküntüsünün birleştiği yer ile Süveyş kanalının Kızıldeniz’e açıldığı bölgeyi ve Kızıldeniz’i koruyan bu kalenin güçlü topları düşman gemilerinin kanala müdahalesini engelleyecek biçimde yerleştirilmiş ve İngiliz donanmasının kanala yaklaşmasını senelerce engellemiştir. Kalenin arkası çöle dönüktür ve çölden kaleye müdahale imkânı yoktur. Ulaşmak için develerle 40 günlük bir sefer ve yeterli malzeme taşınması gerekmektedir. Develer ise ancak 20 gün susuzluğa dayanabilmektedirler. Dolayısıyla Akka kalesine deniz tarafı dışında müdahale neredeyse imkânsızdı. Ancak İngiliz Lawrence’in emrine giren Şerif Hüseyin liderliğindeki ekseriyetle Gazze’li Araplar, Amman ile Akabe arasındaki çölde 20 günlük mesafeye su ve malzeme tedariki yaparak 2 aşamada çölü geçmeyi başarınca kaleye çöl tarafından girerler. Zaten nöbetçi sayısı azdır ve Filistinliler düşman olarak görülmediği için kaleye girmelerine engel olunmaz. Ancak gelen Araplar kaledeki askerleri kalleşçe şehit ederek İngilizlere Süveyş yolunu açarlar.

1915-Kanal harbi Osmanlının çok büyük kayıplarla Süveyş’ten geri çekilmesine daha sonra Kudüs’ün kaybedilmesine sebep olur.

Hicaz demiryolu çok karmaşık kum tepelerinden oluşan haritası doğru düzgün çıkartılamamış bir bölgedir. Asilerin saklanması için ideal bir yer olup bedevilerden başka kimse yolunu bulamaz. Şerif Hüseyin, Lawrence’ın emriyle burada demiryoluna sabotaj düzenleyerek askeri birliklere malzeme taşıyan trenin raydan çıkarak devrilmesine trenin muhafızlarının şehit edilmesine, ayrıca trendeki askeri malzemeler yağmalanmasına ve Ordunun lojistik imkânına büyük darbe vurulmasına yol açmıştır.

Kudüs’ten çekilen Osmanlı ordusu kendilerini takip eden İngiliz ordusunu yavaşlatmak ve güvenli çekilmeyi sağlamak amacıyla Lut gölü vadisinin bitiminde yer alan ve çok dar bir boğazın sonundaki Tuzlada, artçı bir birlik bırakır ve geçidi tutmaları istenir. Bu birlik cephaneleri bitene kadar bu görevi başarıyla yerine getirir. Cephane bitince komutanlar, Müslüman olan Filistinli isyancılara teslim olmanın, en azından din kardeşliği nedeniyle daha uygun esaret koşulları sağlayacağını düşünürler ve bunlara haber göndererek teslim olurlar. Filistinliler askerlerimizin büyük bir kısmını boğazlayarak öldürür. Ayrıca bunlar altın yutmuştur diye karınlarını yararak bağırsaklarında altın ararlar ve cesetlerin tamamını cephanelik olarak kullanılan mağaraya atarak üzerlerini taş ve kayalarla doldururlar. Burası seneler sonra Amman’daki askeri Ataşemizce tespit edilip gerekli ödenek temin edilerek bakımlı bir şehitlik haline getirilip ziyarete açılmıştır. Büyükbabam, Filistin’deki gaddar ve kalleş savaştan zor bela aç bilaç kurtulup yaya olarak İstanbul’a geri dönmeyi başardığında ailesinin onu tanımakta zorluk çektiğini anlatırdı.

Uzun bir tedavi süresi sonunda kendine geldiğinde Filistin cephesinde Mehmetçiğe ihanet edip arkadan vuranların, kefaretinin bir gün ödeneceğini söylemişti.

Büyük babam 90 yaşına kadar süren hayatını Araplar’dan nefret ederek geçirdi. Ortadoğu bataklığından uzak durulmasını tavsiye etti. Savaş süresince yaşadıkları ve gördükleri onu Müslümanlık dininden uzaklaştırmıştı. Her gece babaannemin gümüş bir tepsi içinde kendine hazırladığı akşam yemeğinde bir kadeh içki olmazsa o yemeği ağzına sürmezdi. Yemek sonrasında sade kahvesini keyifle içerken piposunu tüttürerek ‘’iç bade sev güzel varsa aklı şuurun bu dünya var imiş yoğ imiş senin ne umurun’’ derdi.  Keyif adamı olan rahmetli büyükbabam, bugünlerde İsrail polisinin Mescidi Aksa baskını nedeniyle oradaki Müslümanlara yaptığı zulmü, ilahi adaletin er geç tecelli ettiğini ve kötü niyetli Şerif Hüseyin’in yaptıklarının bedelini, bugün Filistin’de yaşayan masumların ödemek zorunda kaldığını görecek kadar uzun yaşamadı.  Orada ölen masumlara Allahtan rahmet, yararlılara acil şifalar dilerim. Ancak bu olaylar nedeniyle Türkiye’de en üst düzeyde kınama protesto gösterileri düzenleyenlerin ve slogan atanların, zamanında kimlerin Osmanlıyı arkadan vurarak ihanet ettiğini biraz tarih okuyarak anlamalarını, camilerin hoparlörlerinden Kudüs haykırışları yapılarak dış politika uygulanamayacağını belirtmek isterim.

Bu arada büyükbabamın gençlik aşkı Mina ile bir daha görüşememiş olmanın hüznünü ömür boyu kalbinde taşıdı. Babaannem ile evliliklerinden ilk doğan kızlarına Mina ismini verdiler. Narin soluk benizli hassas bir kızdı. Verem hastalığı nedeniyle vefat ettiğinde henüz 16 yaşlarındaydı.  Büyükbabam Mina’sını bir kere daha kaybetmiş olmanın üzüntüsünü yıllarca taşıdı.  Hayatı boyunca sevdiği ve unutamadığı kıza veda etmeden ayrılmanın kefaretini ödemek zorunda kalmıştı.

Hikmet Seda Kut   23/05/2021

Kategoriler
Yazarak İyileşme Blog

Kefaret – Tuba Ertonga

Tanrı Bizleri Nasıl da Biliyor Tıpkı Bir Annenin Evlatlarını Tanıması Gibi…

İnsanız nihayetinde, hayat yolculuğumuzdaki bazı sapmalarımız  yoldan çıkarır bizleri… Bence kefaret, yoldan çıkmalarımızda insani bir hâl olması anlayışını gözetmekten geçiyor Yaradan  kuluna , İçine sinmeyen bildiğin bir yanlışa umutsuzlukla yaklaşıp kendine  ızdırap yaşatma diye bir seçenek sunmuş … demiş ki fark ettiğin yanlışla yüzleşme sırasında yaşayacağın vicdani süreci sembolik bir bedelle ( oruç olur, sadaka olur ) ödeme hali ile rahatlama , ne güzel ….

Hayat nasıl ki keyif duyma kendimizden memnun olma halini fark edip büyümeyse aynı zamanda acı veren duyguları da kabul edip bilgelikle içinden geçebilmenin dengesini kurmaya davet etmektedir bizi. Tekrar hayata kaldığımız yerden devam etmemizin bize iyi geldiğinin hatırlatmasıydı bendeki kefaret tanımı.

Bir çok dini inanışın içinde kefaret, toplumları düzenleyen  bir araçtır. Bireyin kusursuzluk algısını ortadan kaldırır. İnsanın yaradılışından gelen kendisini fark etmesini, yeniden hizalamasını ve   kendisinin yeni versiyonlarına taşımasını destekleyen şefkatli bir kelimenin  biz insanlığa verilmesi ne büyük bir telafi aracına sahip olduğumuzu gösterdi bana.  Yani şuna benzetebiliriz:  arabanızla bir yola çıkıyorsunuz ve aracınızın tekerleği bir yerde patlıyor  yedek lastiğinizin olmaması durumunda  oracıkta çakılı kalırsınız. İşte  yeniden  yenilenen lastiğinizle yola koyulmaktır KEFARET. Bu yüzden  çok değerli buluyorum…

İnsan tanrı olmaya çalışırsa çok çalışmaktan bozulan bir makine gibi deforme olur, ölür. İnsanın  tek başına mükemmele ulaşabileceği yanılgısını ortadan kaldırmak adına kefaretin anlamı oldukça derindir.

İnsanlık için bu dünyaya gelişimiz en büyük kefaret değil miydi ? Adem ile Havva’nın yasak meyveyi yemesi ile bizlerin dünyaya sürgün olarak gönderilmemiz… Yaradan’ın kendi varlığını bizlere tebliği ile affediciliği, tövbeleri ve pişmanlıkları kabulü  bize her zaman bir yol olduğunu göstermiyor mu?

Kategoriler
Yazarak İyileşme Blog

Varış – Fatma Genç İnal

Varış
Farkında değildi,
Herkesin ona kendi bakış açısını aktardığının,
O sadece dinliyordu, denileni yapıyordu,
Kendi düşünceleri, eylemleri içerdeydi,
Yıllar birbirini kovalıyordu,
Bir gün fark etti ki sahip oldukları içinde
Kendine ait olan düşüncelerini aradı
Tıpkı bir soğanın katmanları gibi…
Ayıkladı hepsini tek tek
Uzun yıllar aldı.
Varınca şimdiye dek ortaya çıkmamış özüne
Eve varmış gibi hissetti…

Fatma Genç İnal

Kategoriler
Yazarak İyileşme Blog

Saydam İnançları keşfetmek – H. Seda Kut

Aynı soruyu kendi kendime ve grup çalışmasındaki arkadaşlarım bana defalarca sordular ‘Yaşamak istemediğin halde tekrar tekrar yaşadığınız neyi değiştirmek istersiniz? Ne kadar basit gibi görünüyor ancak ben bir türlü cevap bulamıyordum. Sonra bazı kavramları daha iyi anlayabilmek için ‘’Psikoterapi Ulaştırma Programı’’ kitabını incelemeye karar verdim. Soru bizlere kitabın ortalarından gelmişti, Ancak ben henüz önsöz, giriş başlangıç kısımlarını yeterince okumadığım tam olarak sindiremediğim bir konuda bu sorunun cevabını bulmalıydım.

Öncelikle başka soruları cevaplamam lazımdı;

Ben kimim, neden buradayım, nereye gidiyorum?

Bu sorular antik Yunan felsefesinin oluşumundaki temel konulardı diye hatırlıyorum. Lise çağlarında bizler Felsefe dersi okurduk. Bu sorular beni Lise dönemlerime geri götürdü. Sülalemdeki ilk doğan erkek çocuk olmam sebebiyle, babaannem, büyükbabam, amcam, halam, teyzelerim, annem, babam benden hep başarılı olmamı beklemişlerdi. Bende onları mutlu edebilmek ve sevilen ideal bir çocuk olmak için, sürekli kendimi aşmaya ve yapabileceğimin en iyisini yapmaya çalışıyordum. Başkalarıyla kıyas edilmekten ve onlarda geride kalmış olmaktan hiç hoşlanmıyor, tepki gösteriyordum. İzmir Türk Kolejinde orta okulda A’ dan başlayıp B,C,D,E, diye devam eden birçok  şubeler vardı. Bu sınıflardaki ilk üçe girenleri Lise birinci sınıfta özel oluşturdukları 4-Fen denilen bir şubede topluyorlardı. Ne yapıp edip oraya girmeliydim. Sonunda kendi sınıfımda sınıf birincisi olarak 4-Fen’e girmeye hak kazandım. Bu sınıf kız erkek karma ve okulun en iyilerinin toplandığı, en iyi hocaların ders verdiği ve ders saatlerinin arttırıldığı özel bir şubeydi. Aslında okul kendine reklam amacıyla Üniversiteye giriş sınavlarında başarılı olduğunu göstermek ve yeni öğrencilerin gelmesini sağlamak için akıllı bir hamle yaparak özel bir sınıf yapmayı amaçlamıştı. Bizler bunu bilmiyorduk. Yarış atları gibiydik. Durmadan birbirimizden daha iyi notlar almak için mücadele ediyorduk. Daha önceleri hep sınıf birincisi olmaya ve her soruya ilk ele kaldırıp cevap vermeye alışmış olan ben bu sınıfta ilk defa zorlanmaya başlamıştım. Benden çok daha iyiler vardı ve ne yaparsam yapayım, ne kadar çalışırsam çalışayım onlar kadar iyi olamıyordum. Hayatım boyunca hiç kopya çekmemiş olan ben, fizik dersinden kopya çekmeyi düşünmeye başlamıştım. Fizik Hocamızın lakabı bol Şevket idi, durmadan pipo içen ve çok da hoş kokusu olmayan ileri yaşlarda bir hocamızdı.

Yazılı sınav öncesi kopyalıklarımı hazırlamıştım. Sınıftaki yerim iri yapılı bir arkadaşım olan Bülent’in arkasındaki sıradaydı. Onun sırasında olduğum için hocanın beni görmeyeceğini umuyordum. Ancak sınav esnasında o kadar yüzüm kızardı ki,  hiç alışık olmadığım bir şeyi yapıyor olmaktan, Şevket hocamın beni fark etmesi zor olmadı.  Yanıma geldi ve üstümü aradı ve kopyalıklarımı buldu. ‘’Senden hiç beklemezdim Seda, yarın annen okula gelsin hemen’’ dedi. Yüzüm kıpkırmızı olmuştu, yakalanmıştım ve bunu aileme anlatmak zorundaydım. Kendimi yerin dibine girmiş hissediyordum. Adeta yer yarılmış içine girmiş bir halde okuldan eve döndüm. Annem ben söylemeden fark etmişti yanlış giden bir şeyler olduğunu. Ağlayarak anlatmaya başlamıştım.14 yaşımdaydım hiç unutmam o günlerdeki ruh halimi. Annem beklediğim tepkiyi vermedi, hatta bana kızmadı bile, Ertesi gün okula beraber gittik. Ben derse girmek üzere sınıfa gittiğimde annem Şevket hocanın odasına konuşmaya gitmişti. Sınıf arkadaşlarımda yakalandığım için benimle dalga geçiyorlardı. Moralim çökmüştü, kendime olan güvenim yerin dibine inmişti. Psikolojim bozulmuştu. Başarısızlık benim tahammül edebileceğim bir şey değildi. Zira doğduğum günden beri hep başarılı olmaya odaklanmıştım. Hep sevilmiş, takdir edilmiş, pohpohlanarak büyütülmüştüm. Amcamın iki kızı, benim kız kardeşim, halamın kızları arsında geniş ailenin tek erkek çocuğu bendim. Babaannemin ilk göz ağrısı en sevdiği torunuydum. Nazar değmişti bana. Bu psikolojiden nasıl kurtulacaktım. Annem eve döndüğümde beni hiç azarlamadan en tatlı sesiyle konuştu. Oğlum sen bizim biricik evladımızsın, seni çok seviyoruz, illaki sınıf birincisi olmak, en iyisini yapmak için kendini bu kadar zorlamana gerek yok. Bizler seni başarılı olduğun için değil oğlumuz olduğun için seviyoruz dedi. Çok rahatlatıcı bir konuşmaydı. Kendime getirmişti beni. Hızlıca toparlanma sürecine girdim. En verimli olduğum saatlerde, evde herkesin derin uykuda olduğu sabah 4 -5 gibi erkenden kalkıp fizik çalışmaya başladım. Zihin açıklığının ve konsantrasyonumun en yüksek olduğu bu saatlerde yoğun çalışmanın faydasını 2. girdiğim sınavda tekrar en yüksek notu alarak gördüm. Yine gözde öğrenci olmayı başarmıştım. Ancak sınıf arkadaşlarımın şakaları devam ediyordu ve 4-Fen macerama devam etmemeye karar verdim. Lise 3. Sınıflarda bir burs programı olduğunu duydum. ABD’de bir öğrenim yılını Amerikalı bir ailenin yanında geçirerek oradaki lisede okuyacak, Amerikan rüyasını görecektim. Bu hayal beni tekrar motive etti, ancak ders notlarımın çok iyi olması ve yapılacak yazılı ve sözlü sınavlarda başarılı olmam gerekiyordu.

Çok sıkı bir tempoya soktum kendimi, hem derslerde iyi not almaya hem de AFS sınavlarında başarılı olmaya odaklanmıştım.

Kendime hedef koyduğum zaman onu başarmak benim hayat mottomdu Hem Lise 2 sınıf birincisi hem de AFS sınavlarını kazanmayı başardım. Lise son sınıfı ABD’nin Pasifik bölgesi olan California eyaletinde İzmir’le aynı paralelde olan Los Angeles şehrindeki Long Beach Polytechnic High School’da okudum.  Amerika’da geçirdiğim bir sene bende büyük değişiklikler yaratı. Aile baskısı üstümden kalkmıştı, bizim evimizde TV yokken, kaldığım ailede en büyüklerinden renkli TV seyrediyorduk. Bizim bir arabamız bile yokken  onlarda dört araç kapalı garajda duruyordu. Kaldığım ev Long Beach’ın en lüks semtinde yüzme havuzu olan büyük bir golf sahası içindeydi. Ailenin 3 kız bir de erkek çocukları vardı, tipik kalabalık ve zengin bir Amerikan ailesiydi. Kızların 3 de çok iyi Üniversitelerde okumak üzere evden ayrıldıkları için Amerikalı aile ‘’ host family’’ olmaya karar vermişti. Beni de kendi oğlu olarak gördüler ve orada kaldığım süre içinde yakından ilgilendiler.

Başarılı olamayınca kendimi değersiz hissediyordum ve sanırım benim Saydam inancım nedir sorumun cevabı buydu.

Çünkü benim için hayat  ;

-İstediğin başarıya ve hayal ettiğin pozisyona gelebilmek,

-Keyfince yaşayabilmek,

-Özgür iradenle karar verebilmek,

-Kimseye hesap vermek zorunluluğunda kalmamak,

-Seyahat edebilmek, yeni yerler görmek yeni insanlarla tanışmak,

-Vücut formunu ileri yaşlara kadar koruyup zinde kalmayı başarabilmekti.

H.Seda Kut

05.05.2021

İstanbul

Kategoriler
Yazarak İyileşme Blog

Yaşam Bir Rüya – Mona Çalış

Bugün 9 yaşındaki kızım;

“Aslında yaşam bir rüya, o yüzden ‘ölüm’ gerçek yaşam anne ben öyle düşünüyorum,” dedi.

“Bunu sana düşündüren nedir?” diye sorduğumda aldığım cevap;

“Öyle hissediyorum” oldu…

Daha 9 yaşına yeni girecek…

Boğazım düğümlendi.

Çünkü bende çoğu zaman öyle hissediyorum.

Ve bir anne olarak o an tek yapabildiğim onu yanağından öpmek ve sıkıca sarılmak oldu.

Destan 9 yaşına gelene kadar önce babamı, sonra köpeğimiz Maylo’yu, kedimiz Ariel’i, anneanneciğim ve anneciğimi kaybettik.

Ben o yaşlardayken en fazla muhabbet kuşlarım ölmüştür.

Yaşadıklarından (yaşadıklarımdan) o kadar çok etkilenmiş ki…

Bugün yaşamın rüya, ölümün gerçek olduğunu hissediyordu.

Ben kızımın yaşlarındayken bir rüya görmüştüm unutmuyorum;

Kayıkla bir denizde tek başıma gidiyordum. Hava bahar havası. Birden manzaraya çarptı kayığım. Nasıl yani? Ellerimle korkarak yokladım. Duvara gerçek gibi resim çizilmiş, aslında kurgu bir hayatın içindeymişim. Ağlamaya başlayıp “Nedeeeeen?!!” diye bağırdığımdaysa, ilk okul öğretmenimin sesi yankılanmıştı etrafımda “ÇÜNKÜ BİZ ÖYLE İSTİYORUZ!”

Unutamadım bu rüyamı. Ve hep hayatı sorguladım. Herkes gibi… “Neden” en çok kullandığım sözcük oldu beynimde belkide…

30’a 1 kala çoğu “Neden” diye sorguladığım şeylerin cevapları var artık.

Ama sanırım tek cevabını alamayacağım şey;

Nasıl ve neden yaşamın bir rüya, ölümünse gerçek olabileceği..?

İhtimallerse net değil.

Klişe ama rüyalar gerçek değil.

Ve evet gerçekler de rüya değil.

Uyanmak nedir unuttum annemden sonra…

Gözlerim açık uyuyorum her gün.

Hayat akıyor, iklimler değişiyor, günler geçiyor, çocuklar büyüyor…

Ben uyuyorum.

Bazen rüyalarımda yaşıyorum. Çıkmak istemiyorum o dünyadan.

Çok özlüyorum anneciğim ve anneanneciğimi.

Geçen sabah annemin arkası dönük, tam yanına gittim yanağından öpeceğim, yüzünü göreceğim…

Benim küçük kız geldi uyandırdı “anne” diye.

Oysa ki ben “anne” diyecektim rüyamda…

Bir yandan kahroldum, uyumaya, rüyama devam etmek istedim.

Anneciğimi görecektim.

Öte yandan da benim anneme duyduğum özlem ve sevgiyi

Her an benim için besleyen ve bana “anne” diyen bıdıklarım için şükrettim.

Ama yine de her gece yatmadan önce penceremden yıldızlara bakar, anneciğimi ve anneanneciğimi ararım.

Rüyalarımı seviyorum.

Bana özümü anlatıyorlar.

Bana benliğimi hatırlatıyorlar.

Verdiğim değerleri, gördüğüm sevgileri sonsuzlaştırıyorlar.

Bu yazdığım satırlara bakınca şimdi, rüyalarım olmasaydı çoğu şeyin üstesinden bu kadar güçlü gelemeyeceğimi anlıyorum.

İnsan; annesinin sanki sonsuza kadar yaşayacağını sanıyor.

Kaybedince de aklı almıyor.

Rüyalar…

Hayata tutunmamı sağlıyor.

Teşekkür ederim rüyalarım.

13.04.2021

Mona Çalış

Kategoriler
Yazarak İyileşme Blog

Rüya – A. Bedii Salman

Rüya bir sinema filmidir. Bu filmi sadece ve sadece uyuduktan sonra izleyebilirsiniz. Bu film genellikle bir trajedidir, ama bir dram olabilir, garip olabilir, tatlı olabilir ve korkunç olabilir. Genellikle bir kâbustur ve anlatanlar hep “kan ter içinde uyanmışım” veya “uyandığımda kan ter içindeydim” diye başlar. Ancak hiçbir zaman, “kahkahalarla uyandım” veya “uyandığımda hala gülüyordum” diye anlatana hiç rastlamadım veya yaşamadım. Bu nedenle konusu komedi olanı görmedim de duymadım da. Bebekler uykuda gülümseyince rüya görüyor denilir ama konunun komik olduğunu kimse bilemez. Meleklerin güldürdüğü bile düşünülür.

Gece göreceğiniz bu rüya sinemasının konusunu bilemeyeceğiniz gibi seçme şansınız da yoktur. Aslında konuyu çok iyi bildiğiniz halde bildiğinizi de bilmezsiniz, zihninizin derinliklerinde bir yerlerde gizlenmiştir veya siz gizlemiş de olabilirsiniz.

Bebekler anne karnında neredeyse tüm gün uyurlar, doğum sonrası ise bu uyku günde 16 saat iken giderek azalır ve yetişkinlikte sekiz saatte sınırlanır, yaş ilerledikçe 3-4 saate kadar bile inebilir.

Uzun uzun uyuduğunuz dönemlerde uykunuz derindir. Hani top atılsa duymam tarzında. İşte bu dönemde rüyalar da uzun metrajlı sinema filmleri gibi uzun ve çok detaylı olduğu gibi, kayıtları da mükemmel olup, karşınızdaki kişi parolayı söyledikten sonra en ince ayrıntısına kadar bir nefeste anlatabilirsiniz. Parola sabahları sadece “hayırdır inşallah” olup rüya akşam anlatılacaksa “gündüz niyetine” demek te gerekir. Parolayı unutsanız da rüya sahibi size muhakkak hatırlatacaktır.

İnsanlık tarihi boyunca rüyaların ne anlama geldiği insanların ilgisini çekmiştir. Rüya yorumlayanlar türemiş, konuyla ilgili cilt cilt kitaplar yazılmıştır. Konusu güzel ise yoruma gerek duyulmaz hatta anlatılmaz da.  Kâbussa ne olduğu daha çok merak edilir, yakınlara anlatılır güzel şeyler duyulmak istenir. İnsanoğlu onun da kolayını bulmuştur, sizi rahatlatacaktır, rüyada görülenin tersi çıkar diye.

Uyandığınız anda sona eren bu filmin devamını bir daha izleme şansınız olmayacaktır. Bu filmin starı da genellikle siz olursunuz.

Gençlik yıllarında uykular çok derin olup, bu uykularda görülen rüyalarda gerçek sinema filmleri gibi oldukça uzun ve detaylıdır. Hayata atıldıkça uykular hafifleşirken görülen rüyalarda oldukça kısadır. Hayatın ilerleyen dönemlerinde rüyalar tuvalet aramakla ilgilidir. Rüyanızda bulduğunuz tuvaletler arızalıdır, tıkalıdır, kalabalıktır ayrıca sıra uzundur, çok pistir girmek istemezsiniz veya ulaşamayacağınız kadar uzaktır. Kâbus uyanır uyanmaz sona erecektir. Aslında iyi ki uygun tuvaleti bulamamışsınızdır, bir de bulduğunuzu düşünün, uykuda rahatlarsanız asla uyanmak istemezsiniz.

Yaşlar numerik olarak ilerledikçe bu sinemanın yazılımında bir takım bozukluklar yaşanacaktır, gördüğünüz rüyalar kayıt edilmeyecektir, uyandığınızda da bu kayıtlara ulaşmanız söz konusu olmayacaktır, hatta size sorulacaktır sen rüya görmüyor musun diye, bunlara da hazırlıklı olmalısınız, hayat işte böyle bir şey.

Kategoriler
Altın

Dede Mesleği Kuyumculuk

Kediye bokun şifa demişler göme koymuş…
Benimki de o hesap yazarsan şifa olur dendi ya…
Bas baya kal geldi.
Ama hep böyleyim ben biri bir şey yap dedi mi yapan yerlerim ağrır.🙈🤣..
tuhaf bir ayak direme…
halbuki ota boka yazmışlığım çok yeter ki konu uzamasın. Bir iki sayfaysa kelimeler uçuşur, hangisi hangisiyle takım olur, ses uydu mu? uymadıysa itinayla uydur…severim kendime yazmayı 🤗
Hele de altın dede mesleği…üç nesil rızkımızı altından kazandı ailem…ne öldü ne ondu ama orta karar bir burjuva hayati sürecek kadar esnaflık etti dedem ulusun şimdilerde köhneleşmiş pasajlarından birinde…altın aldı altın sattı…
dedem hoş adamdı…çipil mavi gözleri, küçük yüzüne heybet katan kemerli burnu, kremlediği buruşmuş elleriyle geriye taradığı pamuk beyazı saçları, her sabah tıraş ettiği bembeyaz cildi ile hayli yaşlı idi benim gözümde eh ne de olsa dede… siyah çerçeveli yakın gözlüğünün sapı kırıktı hiç niyetlenmedi bile o çerçeveyi değiştirmeye… bol pantolonu, içine soktuğu ille bir beden büyük beyaz gömleği, yeleği ve ayağında siyah mesi ile simdi bile gözümün önünde.
Hayata annesinden devşirdiği terzilik ilmi ile başladı…yook hiç öyle terzilik te ilim mi demeyin…iğneye iplik sokamayan milyonlarca insan için kuantum 101 gibi bir şeydir o eğitim 🤣🤣🤣
Büyük anne o zamanlar köyde az buçuk terziliği ile nam salmış, ananem doğmadan cibinliğini keserken kız olursa oğluna almak üzere yarım ağız bir söz almıştı.
Dedem ananeme bu sözden mi yoksa Türkan Şoray’a halt ettiren güzelliğinden mi bilinmez çok âşıktı… terziliğinin ustalık eserlerini karısına diktiği türlü entarilerle sergilemişti akraba gezmelerinde.
Sonra ulusta tam da şimdiki Atatürk heykelinin ardında bir esnaf lokantasına terfi etti…Ankaralıya Konya yemekleri yedirdi. Derken meydan istimlak edilip dükkanı yıkılınca, üç tabure zor sığan bir dükkanda senelerce yüzük sattı yeni evlenenlere. Düğüne gideceklere çeyrek, daha yakınlara gramise, artık işte o sezon hasat ne elvermişse köylüsüne, devlet ne zam vermişse kentlisine mutlu günlerin vazgeçilmezi altını sattı…
Bir o kadar da, darda kalıp da köşede kıyıda biriktirdiğini satmak zorunda kalanın, derdine ortak oldu…
Eskiden kuyumculuk esnaflıktan öte bir sırdaşlık, bir güven müessesesiydi…kimin ne aldığı da ne sattığı da, nedeni de nasılı da, o dükkanın içinde fısıldaşır o esnafın hatıratında ebediyete ulaşırdı. Kiminin gelinin beğendiğine gücü yetmez, kiminin en kıymetlisi ata yadigarı göz yaşıyla tezgaha bırakılır, kuyumcu gücüne, gönlüne ve güvenine göre alana da satana da destek olurdu…
seneler sonra hala “biz alyanslarımızı dedenden almıştık, param çıkışmamıştı da maaşını alınca getirirsin demişti” diyenlere ya da “baba yadigârını satmıştık sağ olsun saklamış durumum düzelince gittim geri aldım” diyenlere denk gelirim.
Dedem hoş adamdı…ölene kadar her gün tıraşını olup ütülü gömleğini giydi, bağını hiç bozmadan kafasından geçirdiği kravatını taktı ve oğluna emanet bıraktığı dükkânına gidip kah tezgah ardında kah tezgâh önünde bir taburede oturdu…senelerce altın aldı altın sattı, ve giderken, sapı kırık gözlüğü yanındaydı…
Gayrikabil
03.02.2021