Yeme bozuklukları, modern toplumun en karmaşık psikolojik sorunlarından biri olarak hem bireysel hem de toplumsal düzeyde derinlemesine incelenmeyi gerektirir. Anoreksiya nervoza ve bulimiya nervoza, yalnızca bedensel sağlığı değil, aynı zamanda ruhsal yapıyı da derinden etkileyen, öznelerin arzu, talep ve Öteki ile olan ilişkilerini merkeze alan dinamikler barındırır. Bu makale, Jacques Lacan’ın psikanalitik teorileri ışığında, bu yeme bozukluklarının altında yatan temel mekanizmaları, özellikle “hiçlik” kavramı, Talep ve Öteki ile olan ilişki üzerinden detaylıca ele almaktadır.
Anoreksiya: Arzunun Hiçe İndirgenmesi ve Öteki’nin Reddi
Anoreksiyanın özünde, beslenme ediminin radikal bir şekilde reddi yatar. Bu eylem, sadece fiziksel bir gıda alımından kaçınma değil, aynı zamanda “hiç”le beslenme düşüncesinin Lacanyen bir okumasıdır. Başlangıçta bu, talebe ve muhtemelen arzuya bir alan açma çabası olarak yorumlanabilir. Lacan’a göre talep, her zaman spesifik bir nesneyi aşar ve Öteki’nin aşkına yönelik bir çağrı barındırır. Anoreksik özne, gıdayı reddederek, Öteki’nin kendisine yönelttiği talebi (beslenme talebi) boşa çıkarır ve bu yolla kendi talebini, yani Öteki’nin koşulsuz sevgisini ve tanınmasını dayatır.Ancak anoreksiyanın ileri evrelerinde, durum farklı bir boyut kazanır. Burada artık Öteki ile farklı bir ilişki arayışı değil, Öteki’nin radikal bir reddi söz konusudur. Anoreksiğin korumak istediği şey, artık arzu değil, arzunun kendisinin dejenereleşmiş halidir. Bu, “hiçe” yönelik bir arzu değil, arzunun hiçe indirgenmesidir. Lacan’ın ifadesiyle, öznenin ortadan kaldırılmasını hedefleyen bir “hiçlik”tir; “Aile Kompleksleri”nde bahsettiği gibi, saf bir ölüm iştahıdır. Bu noktada, anoreksik birey Öteki’nin tüm taleplerini ve hatta Öteki’nin arzusunu tamamen reddederek, varoluşsal bir boşlukta kendi “hiçliğini” kurar. Gıdanın reddi, Öteki’nin kendisinden beklediği her şeyi reddetme ve böylece Öteki’nin arzusunun ötesine geçme girişimi olarak işler.Bu bağlamda, anoreksiyada ihtiyaç düzeyi ile talep düzeyini birbirinden ayırma güçlüğü belirginleşir. Annenin çocuğu aşırı besleme yönündeki varsayılan talebine karşı, anoreksik birey bu talebe yanıt vermeyi reddeder. Bu reddediş, Lacanyen anlamda Öteki’nin arzusunu kendi belirlemek ve böylece kendi öznelliğini “hiçlik” üzerinden tesis etmek amacını taşır.
Bulimiya: Öteki’de Eksiklik Yaratma ve Sembolik Doyum Arayışı
Bulimiya, anoreksiya gibi Öteki ile olan ilişki ve “hiçlik” kavramlarıyla derinden bağlantılıdır, ancak kendine özgü bir dinamik sergiler. Bulimik özne, besini Freud’un “Fort-Da” oyununa benzer bir şekilde kullanır; bu oyun Lacan tarafından nesne-a’nın (arzu nesnesi) yokluğu ve varlığı üzerine bir temel olarak ele alınır. Bulimik bağlamda, “doldurma ve boşaltma” hareketi, annenin (yani her zaman “verilecek aşkla dolu olan” bu Öteki’nin) içinde bir eksiklik yaratma girişimi olarak işlev görür. Yeme ve kusma döngüsü, Öteki’nin arzusunu manipüle etme ve Öteki’nin kendisindeki boşluğu açığa çıkarma çabasıdır.Doyma ve boşluk arasındaki sürekli salınım, çiğneyip tükürme veya kusma gibi davranışlar aracılığıyla tezahür eder. Bu davranışlar, öznenin “hiçlik”le kayıp ve yeniden buluşma arasında yaşadığı itkisel gidiş gelişleri temsil eder. Bulimik birey, bir yandan doyum arayışında olsa da, bu doyumun geçiciliği ve ardından gelen boşluk hissi, Öteki’den gelen doyumun asla tam olamayacağı gerçeğini yansıtır. Kusma edimi, sembolik olarak Öteki’nin kendisine dayattığı fazlalığı dışarı atma ve böylece kendi boşluğunu yeniden tesis etme girişimidir. Bu döngü, Öteki ile olan ilişkinin ve kendi varoluşsal boşluğunun bir dışavurumu olarak okunabilir; öznenin arzu nesnesini (nesne-a) sürekli olarak bulup kaybetme ve bu döngüde kendi varlığını yeniden tanımlama çabasıdır.
Sonuç
Lacan’ın psikanalitik çerçevesi, anoreksiya ve bulimiyanın sadece beslenme alışkanlıkları değil, aynı zamanda öznenin Öteki ile kurduğu karmaşık ilişkiyi ve varoluşsal “hiçlik”le yüzleşme biçimini de yansıtan derin psikolojik durumlar olduğunu ortaya koyar. Anoreksiyada arzunun hiçe indirgenmesi ve Öteki’nin radikal reddi ön plandayken, bulimiyada doyum ve boşluk arasındaki döngüsel salınım, Öteki’de bir eksiklik yaratma ve arzu nesnesiyle sembolik bir oyun oynama çabası olarak ortaya çıkar. Bu psikanalitik yaklaşımlar, yeme bozukluklarının sadece semptomlarını değil, aynı zamanda altında yatan karmaşık ruhsal dinamikleri anlamamıza ve dolayısıyla daha derinlemesine tedavi stratejileri geliştirmemize yardımcı olabilir.