https://www.digitalnorthampton.com/https://www.cafeneve.com/https://thechelseatreehouse.com/casibom girişholiganbetonwinonwin girişgrandpashabetgrandpashabetgrandpashabetcratosroyalbetgrandpashabetbetwoonbonus bets10stivesboatservices.comholiganbet girişhacklinkonwinonwin girişhttps://www.gulsehir.com/matbetdeneme bonusu veren sitelerjojo girişJojobetjojobet girişjojobetbeşiktaş escortdeneme bonusu veren sitelerholiganbet girişpadişahbethttps://www.gvscolombia.com/betebetdeneme bonusu veren sitelerEscort BayanBetturkey girişcasibom güncel girişbetturkeyholiganbetimajbetkingroyalmadridbetmarsbahismatbetmavibetmeritbetmeritkingmatbetholiganbetonwinotobetLunabetmeritbetmeritkingotobetjojobetholiganbetmarsbahisonwinsahabetsahabetsahabetmeritkingmeritbetsekabetmarsbahis giriş güncelpulibetenbettipobetromabetbets10jojobetcasibom güncel girişmarsbahisperabetzbahiskartal travestiAdana Web Tasarımbetgaranti güncel girişkralbetcasino siteleri1xbet1xbetbetturkeybahiscasinobahiscasinomeritkingtipobetsekabetjackbetmilanobetsavoybettingsavoybettingmilanobettempobetpusulabettempobetpusulabetlunabetpusulabetmadridbetBostancı escort Bağcılar escortnakitbahismatadorbet,matadorbet xpusulabetmariobet,mariobet x, mariobet twittersekabetcasibombets10bahis sitelerionwinlunabetJojobet Girişkocaeli escortjojobetjojobet girişjojobet güncel girişolabahisdeneme bonusu veren sitelervaycasinocasinomaxizbahisotobet girişzbahisbetturkeyvaycasinojojobet girişmadridbetmarsbahis girişmarsbahis güncel girişsahabet girişjojobetholiganbetholiganbetpusulabetbetofficejackbetwinxbetjojobettrendbetpinbahisnakitbahistipobetkulisbetultrabetkralbetfixbetdumanbetdinamobetbetkanyonbetebetbahsegelbahiscomcasibomholiganbetbetexperjojobetbetexperasyabahistipobetcasibom güncel girişHoliganbet girişbets10casibommatbetcasibomcasibom girişmarsbahismarsbahistipobetmavibetcasibomJojobet girişforum bahistakipçi hilesijackbetbetgaranticasibomjojobetholiganbettipobet girişdeneme bonusu veren sitelercasibom 2025casibom güncel girişbets10sekabetimajbet
Kategoriler
Blog

Online Psikoterapi Hakkında Bilmeniz Gerekenler


Telepsikoloji hizmetlerinin bilinçli bir tüketicisi olun – çevrimiçi terapiyi düşünürken dikkate almanız gereken faktörleri öğrenin ve ek kaynakları keşfedin.

Online terapiyi seçmeden önce bilmeniz gerekenler
Bir fare tıklamasıyla ya da bir uygulama dokunuşuyla bir terapiste anında ve ucuz bir şekilde erişebilirsiniz ya da psikoterapiyi terapistin ofisinden çıkarıp internete bağlı olduğunuz her yere taşımak isteyen birçok yeni araç ve teknolojinin iddiaları bu yöndedir. Web’i kullanmak, İnternet’i rahatça kullanabilen ve yardım arayan pek çok kişi için uygun olabilir.

Ancak kaydolmadan, oturum açmadan ve sohbete başlamadan önce telepsikoloji hakkında göz önünde bulundurmanız gereken noktalar vardır.

Psikologlar genellikle telekomünikasyon araçları veya cihazları ile yapılan terapileri telepsikoloji olarak adlandırırlar. Web terapisi, telefon terapisi, metin terapisi veya çevrimiçi terapi olarak adlandırıldığını duyabilirsiniz. Bir web sitesi, telefon veya mobil uygulama kullanarak bir psikologla etkileşime girdiğiniz her an telepsikoloji hizmetlerine katılıyor olabilirsiniz.

Teknoloji, insanların psikoterapi alma veya bir psikologla çalışma şekillerinde bir evrime katkıda bulunabilir. Araştırmacılar telepsikoloji ve tele-sağlığa büyük ilgi göstermekte ve özellikle yüz yüze, ofis içi psikoterapi seanslarına kıyasla ne kadar iyi çalıştığını değerlendirmektedir. Ancak teknoloji gibi araştırma da henüz yeni ve bilimin henüz bilmediği çok şey var.

Yalnızca çevrimiçi veya telefonla sunulan herhangi bir hizmete kaydolmadan önce göz önünde bulundurulması gereken birkaç nokta vardır.

İnsanlar Web terapisini neden seviyor?
Web terapisi çok şey vaat ediyor ve yüz yüze psikoterapiye kıyasla avantajlar sunuyor.

Uygun olabilir. Çevrimiçi terapi, ofisinizden veya iş gününüzden daha az zaman ayırmanıza veya trafik konusunda endişelenmenize neden olabilir. Psikoloğunuzla buluşmak için kilometrelerce yol kat etmenize gerek yok. Bir numara çevirin veya bir siteye giriş yapın ve seans rahat olduğunuz her yerde gerçekleşebilir. Geleneksel yüz yüze terapiyle karşılaştırıldığında, bazen daha ucuz görünebilir. Bazı uygulamalar, haftalık veya aylık bir ücret karşılığında sınırsız kullanım sağlayan fiyatlandırmanın reklamını yapacaktır. Ya da çevrimiçi seans, ofis içi ziyaretlerden önemli ölçüde daha düşük görünebilir. Psikoterapi için sağlık sigortası kullanmak istemiyorsanız, bu bir avantaj olabilir. Sigorta ve çevrimiçi terapi hakkında daha fazla bilgi bir sonraki bölümde ele alınmaktadır. Çevrimiçi iletişim, özellikle genç yetişkinler veya teknolojiyi sık kullananlar olmak üzere birçok insan için çok rahattır. Daha fazla insan iletişim kurmak için e-posta, web seminerleri ve kısa mesaj kullanıyor ve özellikle kişisel veya özel bilgileri ifşa ederken biriyle yüz yüze konuşmaktan daha rahat veya daha kolay görünebilir. Bazı kırsal topluluklarda, en yakın psikolog ofisi arabayla bir veya iki saat uzaklıkta olabilir. Kronik hastalıkları veya engelleri olan bazı kişiler araba kullanamayabilir veya evlerinden kolayca çıkamayabilir. Bu durumlarda, Web veya telefon tabanlı terapi, yardım için tek seçenekleri olabilir.
Web tabanlı terapi konusunda dikkatle düşünmeniz gerekenler
Potansiyel faydalarına rağmen psikologlar, Web-terapinin profesyonel desteğe ihtiyaç duyan herkes veya her durum için en iyi seçenek olmayabileceği konusunda uyarıyor. İşte kaydolmadan önce göz önünde bulundurmanız veya sormanız gereken birkaç nokta:

Bu bana yardımcı olacak doğru araç mı? Araştırmalar, çevrimiçi veya mesajlaşma yoluyla tek başına terapinin her durumda herkes için etkili olduğunu henüz göstermemiştir. Bazı siteler terapi sunduklarının reklamını yapmaktadır, ancak bu iddialar yanıltıcı veya yanlış olabilir. Örneğin, uygulamaların arkasındaki kişiler terapi sağlamak için lisanslı veya nitelikli olmayabilir. Lisans sizi korur. Terapist ve psikoterapist çoğu eyalette yasal olarak korunan kelimeler değildir, yani herkes terapist olduğunu iddia edebilir ve terapi olarak görünebilecek hizmetler sunabilir. Kanıta dayalı psikoterapi aldığınızı bilmek her zaman kolay olmayabilir.

Birçok psikolog ve hasta, kısa mesajları hızlı kontroller veya hatırlatmalar için yararlı buluyor. Bazı uygulamalar ruh hallerini veya düşünceleri takip etmeye ve kaydetmeye yardımcı olabilir. Web konferansı ve gerçek zamanlı yayın, bir hasta tatilde olduğunda veya düzenli bir seansa gelemediğinde süreklilik sağlayabilir.

Web konferansı veya telefonla terapinin bazı insanlar için tek başına uygulanabilir bir seçenek olduğu durumlar vardır. Ancak şimdilik, mevcut araştırmalar ve mevcut teknolojiyle, mobil uygulamalar ve kısa mesajlaşma en iyi yüz yüze psikoterapiyi tamamlayıcı olarak kullanılmaktadır.

Kategoriler
Blog

Antalya Ruhbilim Okulu – Dr. Murat Kemaloğlu

Antalya Ruhbilim Okulu, Ağustos 2020’de Yazarak iyileşme Programı kapsamında Zoom toplantılarına başlamıştır. Yazarak İyileşme, yazar ve psikoterapist eşliğinde sürdürülen, süreç odaklı bir grup terapisidir. Amaç iyileşmek ve iyileştirmektir. Grupta bulunanlar bir hafta önceden belirlenmiş konular hakkında bir-iki sayfalık yazılarıyla çalışmaya katılmakta ve WhatsApp destek grubunda yer almaktadır. Yazılan yazılar Antalya Ruhbilim Okulu’nun yayıncılık ayağını yürüten Zuzu Yayınları tarafından kitaplaştırılmaktadır. Dünyanın dört bir yanından katılımcıların yer aldığı bu çalışmaya, Türkçede ilerlemek ve kendi içsel yolculuğunu geliştirmek isteyen herkes katılabilmektedir.

Yazarak İyileşme, dil, edebiyat ve psikoterapi disiplinlerinin metotları kullanılarak bireyin gündelik sorunlarıyla olduğu kadar geçmişten gelen ve aşamadığı sıkıntılarının çözümünde katkı sunan bütüncül bir bakış edinmelerini ve iç görü kazanmalarını sağlayan bir atölyedir. Tıpkı Analitik Psikolojide Carl Gustav Jung’un rüya analizinde kullandığı “Amplifikasyon” yöntemi gibi, Yazarak İyileşme de bireyin kendi sorunlarının daha geniş bir çerçevede anlaşılmasını ve kültürün bazı motifleriyle ve arketipsel süreçlerle ilişkilendirilmesini sağlayarak dönüşümler yaratır. Atölyede her hafta bir konu/kelime seçilmekte ve buna ilişkin 1-2 sayfalık bir edebiyat metni (öykü, şiir, deneme, mektup, diyalog, piyes vb.) yazılması istenmektedir. Bu konu/kelime aynı zamanda arketipsel bir semboldür de. Arketipsel bir sembolün anlamını düşünürken, ona bir sanat eserine bakar gibi bakmak faydalı olabilir.

Gelişen iletişim teknik ve teknolojileri, günümüzdeki insanlar arası ilişkileri yeni bir boyut kazandırmıştır. Bir yandan mesafeler ortadan kalkarken bir yandan da uzun, zahmetli ve karmaşık işlemleri son derece kolaylaştırarak ayrıntılara değil de esas konuya odaklanmayı olanaklı hale getirmiştir. Bununla birlikte yaşadığı bölgelerde terapi hizmeti alamayan bireyler için uzaktan / online / çevrimiçi terapiler oldukça işlevsel olmaktadır. Özellikle psikoterapi hizmetlerinde online teknolojilerin kullanımı son yıllarda önemli tartışmalara sebep olmuş, yapılan pek çok araştırma online / çevrimci için terapi hizmetlerinin son derece etkili ve yararlı olduğunu ortaya koymuştur. Antalya Ruhbilim Okulu olarak da uzun yıllardır internetin getirdiği imkânları kullanarak online terapi hizmetleri vermekteyiz ve pandeminin getirdiği kısıtlamalar nedeniyle bu alanda yoğun talepler almaktayız.

Antalya Ruhbilim Okulu olarak psikoterapi hizmetlerimizden yararlanmak isteyen herkese bu hizmeti sunmaktayız.

Yazarak İyileşme’ye siz de katılmak ister misiniz? Buradan kayıt için bize ulaşmanız, telefonla aramanız ya da e-posta atmanız yeter. Biz size hemen döneriz.

yunusterapi@gmail.com

0532 372 6544

Kategoriler
Blog Yazarak İyileşme Blog

Akşamların Rindi – Göksu Tufan

Kurmacalarına kapadım gözlerimi
Görünenin ötesinde
Gözüm gerçeğe cesur.
Sahteye korkak

Gözünün bebeği uyumsuz
Karanlıkta ağlıyor
Görüyor musun

Uyuyor musun sahi
Günümüzü görelim
Dinlemeyip
Gün görelim
Sabahlara sen gibi uyanmak istemiyorum
uykundan uyanıyorum
Dönülür akşamlar gördüm
Ufkumda
homurdan dur uykunda
Gruba karşı sevgiyle baktık
Kuzey – güney yamacı aştık
Ayrı ayrı
Amaçları aştık
Tepeye vardık

Döndüğün akşamların
Evinde
Ufkum dar
Uykum var
Uysam har
Gözünün bebeği uyumsuz karanlığına
Yaktım  mum
Sustum mum
Dokundu eriyiklere parmakların
Yapışmış yerlere kalkmıyor
Kurudu, bastılar, kırdılar
Yok mudur sıcak suyun
Kazınmaz
Fitilden kalanla
Yalvardım tanrıya
Ateşi için
Yanacak ne varsa kimyamda
Yaktım, söndüm
Buz..
Kestim
geçtim
Gençtim

geç dediğin vakitlerden geç geldim eve
Deli laleler açtı bahçemizde
beyaz, mor, pembe
Bebek gelinciklerin karnını deştim
Açmadan parçaladım onları
Süt pembesi renkleri
Kaplumbağa çiçeklerinin içinde
Suçlu bebek gelincikler
Terbiyecim terbiyesiz
Suçumu vurdu sevgisiz bakış ellerinde
Geçmiş vakitten gelen misafiri öptü
Geç dediği vakitten çok geç gelen misafiri öldü
Döndüğün akşamların evinde.

Kategoriler
Blog

Bir Pazar Ritüeli – Jale Ertan

Bir Pazar öğleden sonrasında, dışarıda dolu ile karışık yağan yağmur cama vururken, konforlu koltuğumda, ayaklarımı kanepeye uzatmış, yanımdaki sehpada sıcak karamel kokulu kahvemden çıkan dumanın, fincan üzerindeki hareleri izliyordum göz ucuyla. Televizyondan gelen enstrümantal müzik, şömineden gelen hafif isle karışık yanan odun çıtırtısına eşlik ederken, elimdeki kitabın sayfalarını çeviriyor, bir yandan da diğer elimdeki kalemle, beni vuran cümlelerin altını çiziyordum.

Arada kafamı kaldırıp yukarıdaki bir noktaya odaklanarak düşüncelere dalıyordum. Kitabı okurken, öyle okuyup geçmek istemiyor, sanki satırlar arasında bir şeyler arıyor gibiydim. Neydi aradığım, bilmiyordum. Durup-durup elimdeki küçük deftere notlar almam, sonra tekrar satırlarda arayışım devam ediyordu. Fazla bir beklentim yoktu bu Pazar gününden. Güvenli alanımda, dilimden düşürmediğim bir kelime idi, ‘’huzur’’.

Üstelik bir gece önce arkadaşlarımızla, uzun süredir yapmadığımız kadar keyifli sohbetler yapıp, bir şeyler yiyip içmiştik. Genellikle sohbetler; kim, nerede, ne yaptı, ne aldı, nereye gitti üzerine bir yarış havasında geçerdi. Bir kaçı yaptıkları yurtdışı seyahatlerinden ne kadar kültürlü ve görgülü döndüklerini ballandıra ballandıra anlatırlardı. Birçok ülke gezme şansım olduğu halde, benim onlar kadar ufak detayları hatırlayamadığımı fark ederdim. Takdir ederdim onları doğrusu. Sanki o ülkeye giderken, dönüşte anlatmak için not tuttukları hissine kapılırdım. Bunun altında kalmak istemeyen diğer ailenin bireyleri, şehrin diğer ucunda açılan çok şık ve pahalı restoranda nasıl mükellef bir akşam yemeği yediklerini söyleyerek karşı saldırıya geçerlerdi. Öteki ailenin diğer fertleri ise, okudukları sosyal demokrat gazetenin başköşe yazısını gündeme getirir, ne kadar entelektüel olduklarını göstererek rövanşı almaya çalışırlardı. Hükümetler devrilir, yeni hükümetler kurulur, vatan kurtarılır ve kadehler tokuşturulurdu. Yaşları birbirine yakın ailelerin çocukları, bir odadan diğerine koşarlar, arada anne babalarının yanına gelerek, diğer oyun arkadaşlarını şikâyet ederlerdi. Güç odaklı karşı saldırılar tatlı –tatlı gece boyu devam ederdi böylece. Ha, kimi zaman bu durum iki kişi arasında ağız dalaşına gittiği ve gecenin kötü bittiği zamanlarda olurdu. Ee malum, içki kadehteki gibi durmazdı hep. Ama yine de görüşmeler aralıklı devam ederdi. Yani ‘Şarap Soslu Risotto’lu dostluklar.

Dün akşam öyle değildi. İnsanlar daha samimi, oldukları gibiydiler. Eski günlere döndüler. Çocuklukta yaşadıkları sıkıntılarını, hayatta nelerin üstesinden geldiklerini, sansürsüzce anlatıyorlardı. Biri sözü bitirmeden diğeri sözü alıyor, sanki grup terapisi yapıyor gibiydiler. Aslında tatlı insanlar diye zihnimden geçirdim, yapmacıksız hallerini görünce. En ortak konu da, çocuklar ve onları büyütürken yaşadıkları sıkıntılardı. Nasıl olduysa, sık sık bu sohbetlerin arasında konuşurken buldum kendimi. Gençlerle ve onların anne babaları ile uzun yıllardır mesai yapan bir eğitimci olarak, kendim de dahil olmak üzere en çok anne babalara takıktım. Çok sevdiğim bir yazarın kitap başlığını kendime motto yapmıştım: ‘’İyi Aile Yoktur.’’

Uluslararası bir lojistik firmasının sahibi olan babalardan biri, hiddetli bir şekilde orada olmayan oğluna saldırdı:

-Biz tırnaklarımızla kazıya kazıya geldik buralara. Keratanın arabasının modelini yükselttim, hala ders çalışmıyor. Tembel, sorumsuzca para harcıyor.

Kendimi tutamadım ve söze girdim hemen.

-Pardon, delikanlının arabasının modelini yükselterek mi tembelliğini ve sorumsuzluğunu ödüllendirdiniz. Bu durumda, ben de onun gibi davranırdım. Niye yorsun ki kendini. Bir hedefi mi var. Hiç bir bedel ödemeden dilediğini talep ediyor ve alıyor. Muhteşem bir evde, altında arabası ve cebinde sınırsız kredi kartı. Benim de babam olur musunuz?

Derin bir sessizlik ardından, anne babalar kendi çocukları ile ilgili sıkıntıları dile getirir oldular ve art arta gelen öz eleştiriler. Birden konuşmanın çok merkezinde olduğumu hissettim, eşimin omuzları geride sessiz, ama ok gibi bakışları ile göz göze gelince. Keyifli bir akşam yemeği idi, en azından benim için.

Kitabın sayfalarını çevirip, her ne arıyorsam bazı kısımları atlayarak okumaya devam ettim o Pazar sabahı. Kızım spor için dışarı çıkmış, eşim terliklerini sürüyerek açık mutfakta dolaşıyordu. Ne zaman terliklerini sürüse, bilirdim ki fırtınadan önceki sessizlikteyim. Mutfaktaki çekmeceler hızla açılıp kapanıyordu. Belli ki bir şeyleri arayıp bulamıyordu ve sonunda kızgın bir ses tonuyla.

-Neden eşyaların yerini bana sormadan değiştiriyorsun, dedi

-Neyin yerini değiştirmiş, dedim anlamaya çalışarak.

-Her neyi bir yere koysam, koyduğum yerde bulamıyorum, kaç kere uyardım seni?’’

– Ortalığı toplarken, kaldırmışımdır. Neyi arıyorsun?’’

-‘’Dün gece bilgiç-bilgiç konuşuyordun. Her şeyi biliyorsun ya sen. Neyi aradığımı da bilirsin.’’

-İyi misin sen, gene Pazar ritüeline mi döndük. Neyin huzursuzluğu bu. Bak dışarısı buz gibi, sıcacık evimizdeyiz.

-Kaç kere söyledim sana, yumurta pişirirken şu aspiratörü aç diye, mutfak tezgâhının üzerindeki şu havlu peçeteyi de kaldırmışsın. Ne biçim ev kadınlığı bu.

-Ben ev kadını değilim. Çalışıyor ve elimden geldiğince evde düzeni sağlamaya çalışıyorum. Hem sen söylemiyor muydun , çok iyi ev kadını olduğumu. Şimdi ne oldu.

-İyi ev kadını olmakla da, kadın olunmuyor tabi.

-Derdin ne senin kavga çıkarmak mı istiyorsun.

Sonra art arda gelen aşağılamalar. Çelik gibi sinirle dururken, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayan ben, minderleri yumruklamaya başlamıştım.

Ve aman tanrım, ağlamamla birlikte, onun önce bedeninde, sonra da ruhunda bir rahatlama, susma ve sessizlik oldu.

Ama ben kendime hâkim olamıyordum. Ve dinmeyen hıçkırıklar. Oysa ne güzel bir Pazar sabahı idi; huzurlu ve yumuşak. Ne oldu, anlam veremiyordum. Kendi tepkilerimi de kontrol edemiyor, kendimden şüpheye düşüyordum.

Oysa o karşı koltukta, sakin ve donuk gözlerle beni izliyordu. Gözlerinde hiçbir duygu belirtisi yoktu. Yani ne kızgınlık, ne üzülme. Hiç.

-Ne var ki, ne oluyor, ne dedim ki, çok hassassın diye oldukça dingin ve rahatlamış karşımda oturuyordu. Benim hıçkırıklarım onu dinginleştirmişti. Artık öfke yer değiştirmiş; onun ruhundan ve bedeninden bana akmış ve ben salonun bir ucundan diğerine gidip gelmeye başlamıştım.

-Evet, ne oldu ki, diye kendi kendime konuşarak.

Ve günün geri kalanı her zaman ki gibi sessiz, sakin, huzurlu geçti. Nasıl bir huzursa.

Kategoriler
Blog

Diyoskürik Ego (İkiz Ben) – Murat Kemaloğlu

Dünyanın her yerinde kabile insanları, rüya egosunun bilinçli kişiliğin içinde, yabancı ve öteki gibi varlığını sürdüren bir ruh olduğuna inanır. Rüyalarda, bayılma ve vecd halinde egonun görünür çiftiyle karşılaşması insan yaşamında ikili bir ilkenin, günlük hayatın görünen egosunun içinde yerleşmiş, bağımsız ve ayrılabilen “ikinci bir ego”nun kabullenilmesine yol açmıştır. Bilinçli ve uyanık insanın etkinliklerinde bu ruh imgesinin genelde yeri yoktur diye düşünülmüştür. Onun dünyası, sanki yalnızca uyku dünyasıdır. Diğer “ben” varlığından habersiz uyurken, ikizi ayaktadır. Başka bir deyişle uyuyan beden hareketsiz. yatarken, uyuyan rüyasında yaşar ve birçok ayrıksı ve hoş şeyler görür. Bütün bunları “kendisi” yapar; ama bu “kendisi” kendisinin ve başkalarının bildiği kendisi, değildir, çünkü o, beş duyunun ötesinde sessizce varlığını sürdürür.

Erken ve geç gelişim aşamalarında değişik ego durumları vardır. Farklı niteliklerde ruh temsilcilerinin olduğu çeşitli ego durumlarının varlığını biliyoruz. Regresyon (gerileme) denen psikanalitik kavram, bilinç egosu ve durumlarının plastikliğini ifade eder, ama psikotik olmayan regresyonlarda hep bilinçdışında kalan rüya egosu hakkında hiçbir şey söylemez.

Her kişilik temelde çoğuldur. Bilinçten kopuk komplekslerde kendilerini ayrı kişilikler olarak meydana getirme eğilimi belirgin, tamamiyle bilinçdışı düşlem dizgeleri mevcuttur. İnsan ruhunun doğal durumu olan çoğul kişilik anima, animus, gölge, çocuk, genç, hilebaz, yaşlı bilge, ana tanrıça vb. özerk ruhsal birimleri ima eder. Tüm bu özerk ruh kıymıkları arasında insanın içinde, rüyalarında aktif bir ikinci ben olarak yaşayan “rüya egosu” benim ilgi odağımı oluşturmaktadır.

Bilinç egosu ve rüya egosu iki usulü ya da iki zamanı idare eden ve dikey simbiyozları hem evrenden hem de kolektif bilinçdışından ayrımlaşmalarını oluşturan birbirini tamamlayıcı bir çifttir. Kozmolojik düzeyde rüya ve bilinç egolarının temsil ettikleri evrensel ikilik, klasik diyosküri söylencelerinin motiflerinde görülmektedir. Bu söylencelerde ikizlerden biri ölür, ama sonra diğeri tarafından diriltilir. Rüya ve bilinç egoları arasında var olan ikilik mitolojik ikizlerin ontolojik, kozmolojik ve psikolojik tamamlayanlarını en üstün şekilde anlatan yaradılıştan eşitsizliklerdir. Bilinç dünyasında ya da kolektif bilinçdışındaki yalnız bir rüya egosu tek başına, kusurlu ve mutsuzdur, ontolojik ve ahlaki bir sakatlığı kişileştirir. Rüya ve bilinç egolarının dikey simbiyozuyla Manikeizm’deki ikizler teması arasında bir benzetme yapılabilir. Mani’nin (ki bilinç egosunun karşılığıdır) semavi alemde hem koruyucusu hem de ikinci egosu olan bir öteki kısmı olduğu söylenir. Bu ikiz (ki rüya egosunun karşılığıdır) hem Mani’nin koruyucu ajanı hem de yardımcı egosudur. Manikeizm’de ikiz egoların dikey simbiyotik varoluşu birlik, dirlik ve beraberlikle tanımlanır. İki üslubu ve iki zamanı simbiyotik ikizler olarak idare eden iki egonun psikolojik tamamlayıcılıkları hem duygusal hem de bilişsel açılar içerir.

Rüya egosu, uyanıklık egosunun benzer simbiyotik ikizi olup rüya aleminde yaşar. Her ikisi arasında tam bir Participation Mystique vardır. Uyanıklık egosu bir rüyayı anımsadığında ikizinin yeraltındaki maceralarını sanki kendisi yaşamış gibi anlatır. Bu, insanın evrensel, başlangıçtan beri mevcut olan mitomani halidir. Eğer maceralar nahoş türdense uyanıklık egosu, üç kere tahtalara vurup “şeytan kulağına kurşun” ya da “hayırdır inşallah” diyerek anksiyetesini yatıştırmaya çalışır. Bazı kültürlerin insanları, böyle durumlarda kendilerini bütün kötü rüyaların tersinin çıkacağını iddia ederek avutur. Eğer rüyalar alemindeki maceralar uyanıklık egosunun hoşuna gitmişse tüm bunların safça bir umutla gerçekleşmesi istenir. Bu basit folklorik rüya yorumlamasında Sigmund Freud’un yazdığı gibi rüya arzu doyumundan değil, bilinç egosunun rüyayı değerlendirişi arzu doyumundan ibarettir.

Carl Gustav Jung bilincin kolektif bilinçdışından geliştiğini vurgulamıştır. Bilinç egosunun gelişimi sırasında iç ve dış dünyaların Participation Mystique’i erken çocuklukta Margaret Mahler’in tanımladığı ayrılma bireyleşme fazları sonucunda biter. Bilinç egosu kendisini her şeyden ayrıştırırken, rüya egosuyla simbiyozda kalır. Bir varsayım olarak en erken ruhsal gelişim fazlarında uyanıklık egosunun yalnızca dış dünyayla değil, aynı zamanda tüm rüya dünyasıyla Participation Mystique halinde olduğunu söyleyebiliriz. Bilinç egosunun büyüyüşü rüya egosunun dışındaki tüm diğer rüya elemanlarından ayrılmayı gerektirir ve bu durum rüya dünyasında kendisini rüya egosu olarak tanıması anlamına gelir. Melanie Klein’ın açıkladığı erken bebeklikte yaşanan paranoid-şizoid pozisyon, rüya ve bilinç egoları arasındaki özgün simbiyozun henüz kurulamamış olduğu zamandır. Metaforik bir söylemle bebeğin, yeraltında yaşayan ikizini bulana dek vaktinin büyük bölümünü uyuyarak ve rüyalarını görerek geçirmek zorunda kaldığını kabul edebiliriz. Bilinç egosu rüyalar alemindeki ikizini bulunca, bilinçdışı ruhun rüya egosu dışında kalan kısmı, rüya dünyasındaki cisimleşmiş şekilleriyle uyanıklık egosuyla aynı olmaktan çıkar. Bilinç egosunun ikizi, yani rüya egosu şimdi onu rüyalar aleminde tek başına temsil etmektedir. Rüya egosu aracılığıyla bilinç egosu, bilinçdışı ruhun geri kalan kısmıyla kendi arasına sınır koyar. Bilinç egosunun, rüya dünyasının rüya egosu dışında kalan kısmıyla önceden varolan Participation Mystique’i yitirişi, Melanie Klein’ın betimlediği, bebeklikte yaşadığımız -depresif pozisyona tekabül eder. Uyanıklık egosu büyüyüp olgunlaştıkça rüya dünyasının bir mundus imaginalis olduğunu öğrenir. Uyanıklık egosuna göre rüya egosu imgeler dünyasında yaşayan bir imge olur. Ne var ki rüya egosu hem kendisinin hem de dünyasının maddesel gerçekliğinden emindir. Rüya egosunun “Bu sadece bir rüya” diye düşündüğü düşlerde bile rüyalar aleminin derealizasyonu yoktur. Rüya egosu kendi dünyasına inanmazlık etmez ve rüya dünyasının maddi gerçekliğini gözlemlemeyi sürdürür. Rüya dünyasının bu tezat ikili algılanışı ruhsal ikizlerin, yani rüya ve bilinç egolarının arasındaki bilişsel kutuplaşmayı oluşturur.

Şimdi şu soru ortaya atılabilir: Rüya dünyasının uyanıklık egosu tarafından algılanışıyla, rüya egosunun bilinçli dünyayı algılayışı arasındaki ilişki mantiksal olarak simetrik midir? Mantıksal olarak asimetrik bir ilişki, tersi ile özdeş olmayan ilişkidir. “A, B’den sonra gelir”in tersi “B, A’dan sonra gelir”dir. Burada tersi, ilk önerilen ilişkiye eş değildir. Simetrik ilişki, tersinin kendisine özdeş olduğu ilişkidir. Örneğin, “A, B’nin yanındadır” önermeseinin tersi “B, A’nın yanındadır” şeklindedir. “A, B’ye dokunuyor” önermesinin tersi, “B, A’ya dokunuyor” şeklindedir. Temelde fiziksel dünyayı ele alan bilimsel mantık olan olağan mantıksal düşünce, genellikle asimetrik ilişkileri içine alan önermeler kullanır. Ne var ki bilinçdışı çoğu zaman her ilişkinin tersine asıl ilişkiyle özdeşmiş gibi muamele eder; asimetrik ilişkileri simetrik gibi görür. Dolayısıyla, bilinçdışı bir ruhsal kişilik olan rüya egosu, bilinç egosuyla olan ilişkisinde simetrik mantık kullanır. Başka bir deyişle, uyanıklık egosu rüya egosunun madde olarak algıladığı şeyi imge olarak algılıyorsa, rüya egosu da simetrik olarak uyanıklık egosunun madde olarak algıladığı şeyi imge olarak algılayacaktır. Uyanıklık egosunun bir rüya nesnesini sadece bir sembolden ibaret olarak algılayışı rüya egosunun bir dış nesneyi yalnızca bir simge olarak algılaması demek olacaktır. Uyanıklık egosunun, rüya dünyasının düzenekleri olarak gördüğü simgeleştirme, yer değiştirme ve sıkıştırma, rüya egosunun dış dünyayla ilişkisinde gördüğü mekanizmalar olacaktır. Arketipsel rüyalarda olduğu gibi rüya imgeleri mitsel bir haleye büründükçe, dış dünyadaki nesneler de rüya egosu için mitolojik bir haleye sahip olacaklardır. Rüya egosu bilinçdışında kaldıkça kişi dünyayı rüya egosunun gözüyle göremez. Rüya egosunun artık bilinçdışında olmadığı psikotik bir durumda ise dış dünya bilinçli olarak rüya egosu aracılığıyla yaşantılanabilir. Psikozdaki bir kişi birdenbire bir arkadaşını başka birkaç kişinin sıkıştırılmış hali olarak algılayabilir. Bir sevgili aniden sinsi bir cadı ya da bir saray casusu oluverir, sokakta gülümseyen yabancı, bir ruhani lider ya da özel bir ulak gibi algılanabilir, gözlerini dikmiş bakan bir kurbağa efsunlanmış bir prens gibi görülebilir. Rüya dünyası, uyanıklık egosu için bir iç dünyadır, simetrik olarak dış dünya da rüya egosu için. Böylece psikozda nesne ve özne arasındaki sınırlar erir ve dünya kişinin ruhuyla tek bir bütün olur. Yani kişi iç dünyasına girdiğinde o dünya olur. Unus Mundus psikoz sırasında dış dünyanın bilinçte uyanıklık egosu ve rüya egosu tarafından aynı anda yaşandığı mistik bir deneyimdir. Rüya egosunun rüyalar aleminden kaçışı ve bilince çıkışı nesnelerin neden arketipsel imgelere dönüştüğünü ve maddenin neden ruhsal bir imge olarak algılandığını açıklar. Bir bakıma psikoz bir şiirdir; çünkü burada doğa kişileştirilmiş bir dünya, canlı hiyerogliflerden oluşmuş bir kehanet dilidir. Bu mistik ve şiirsel deneyimin diğer yanı mutlak nihilizmdir; bu durumda dünya bir bütün (unus mundus) değil, bir hiçlikten ibarettir ve psikoz varolmayışın duygusal keşfidir.

İki mantık evreninin, rüya egosu ile uyanıklık egosunun iki uzlaşmaz görüşünün birbirinin içine karışıp birleşmesi, benliğin yenilgisiyle sonuçlanan dinamik değerler bileşkesinden arkaik simgesellik, paleolojik düşünce, kavramın algısallaştırılması, soyutun somutlaştırılması ve iradenin zayıflaması gibi psikotik görüngüleri ele alan yapısal değerler bileşkesine geçişi açıklar. Bilinçdışının aşırı gücü, rüya egosu onunla birlikte yaşamayı becerebilse, hissedilmeyebilir. Arkaik malzemenin bolluğu çocukça ve ataç bir zihniyetin içimizdeki varlığını hep sürdürdüğünü, aynı zamanda da rüya egosunun bilinç dünyasına gündüz yolculuğuna geçtiğini gösterir. Dünyasını apansız değiştiren her kişilikte olduğu gibi, rüya egosu da yeraltından yerüstüne kaçınca nasıl davranacağını bilemez hale gelir. Bu arada rüya egosuyle gizli ittifakının bozulması bilinç egosunu güçsüzleştirir ve onu kendi mekanında bir yabancı haline sokar. Böylece bilinç egosu bilinçdışının garip içeriklerinin etkisi altına girer ve hatta kendisini bilinçdışının grotesk elemanlarıyla özdeşleşmeye bırakır. Bu hal psikozdaki kişinin bir hayvan gibi davranmaya başlamasına, yani likantropiye varabilir. Düşlerinde sık sık vahşi köpekler gören bir analizan psikoza girince bir köpek gibi davranmaya başladı. Çevresindeki insanların duygu ve düşünceleri ona koku olarak geliyordu, olumlu duygu ve düşünceler gül esansı, olumsuz duygu ve düşünceler ise sülfürik asit kokusu taşıyordu. Bilinçdışındaki vahşi köpekle özdeşleşerek tıpkı bir köpek gibi duygu ve düşüncelerin kokusunu alma gücünü kazanmıştı. Varsanıları kendi bilinçdışı düşüncelerinin ses ve imgelere dönüşmesi değil, başkalarının bilinçöncesi düşüncelerinin ve duygularının koku duyumuna dönüşmesiydi. Rüya egosu rüya dünyasının vahşi köpeklerinden kaçabilmişti, ama bu kez bilinç egosu onlara yakalanmıştı. Bilinç egosunun köpeklerle özdeşleşmesi bu psikotik olgunun son derece kendine özgü bir görüngüsüydü, çünkü analizan bu deneyimden sonra bir daha rüyalarında köpek görmedi ve analizanın rüya egosu bir daha köpeklerden gelen bir tehdit algılamadı.

Bilinçdışındaki rüya egosuyla bilinçteki uyanıklık egosu arasındaki dikey simbiyoz, rüya egosunun çekilmez hale gelmiş rüya dünyasından bilince kaçmasıyla yatay kopuk bir varoluşa geçer. Psikozdaki yatay kopuk diyoskürik egoların birbirleriyle olan ilişkisiyle Zerdüşt ve Iroquois Kızılderililerinin söylencelerindeki ikizlerin aralarındaki ilişkiler birbirine çok benzemektedir. Bu söylencelerde ikizler köklü bir muhalefetle belirgin bir yatay varoluş sürdürür. Aynı biçimde rüya egosu ve bilinç egosu da psikotik durumda ruhun simetrik olarak birbirleriyle zıtlaşan ikizleridir.

Diyoskürik ego, ancak biri yeraltı dünyasının kahramanı, diğeri bilincin merkezi olan iki ego arasında dikey bir simbiyoz, Participation Mystique varsa aklen sağlam kalabilir. Bir düşte rüya egosunun ölüm tehlikesi geçirmesi çoğu zaman bu dengenin değişeceğine işaret eder. Rüya egosunun öldüğünü gösteren bir düşün sürmesi oldukça ender rastlanan bir olaydır. Bir analist, kronik şizofrenisi olan bir kadının rüyasında rüya egosunun öldüğünü, ancak rüyanın sürdüğünü anlatmıştı. Rüyada ölen kadın akrabaları tarafından uzun bir cenaze töreniyle gömülüyordu. Bir zaman sonra bu kadın gerçekten de asit içerek kendini öldürmüştü. Kişi, genellikle rüya egosunun feci şekilde öldüğü bir yadan uyanırken bir mini psikoz geçirir. Rüya, ya simbiyotik ikizinin ölümünü tasavvur edemeyen bilinç egosunun sansürüyle, ya da bilinçdışında ölmekte olan rüya egosunun kaçıp bilince sığınmasının uyuyanı uyandırmasıyla sona erer. Kutsal İkiz söylencelerindeki yeniı,en diriliş örneklerinde olduğu gibi bilinç egosunun ilk tepkisi rüya egosunu rüya dünyasında diriltmek ve uyandıktan sonra dikey simbiyozu korumaktır. Çünkü dikey simbiyozun bilinçte kopuk yatay bir varoluşa dönüşmesi örgensel panikle birlikte müthiş bir ölüm ve füzyon anksiyetesine yol açar. Eğer bilinç egosu yeteri kadar güçlüyse derhal ruh üzerinde denetim kurar ve bilinçdışındaki içeriği değiştirerek rüya egosunun rüya dünyasına geri dönüşüne yardımcı olur. Bu durumda, bir kâbustan uyandıktan sonra birkaç saniye ya da dakika süren bir psikoz söz konusudur. Eğer rüya egosu çok örselenmişse ve rüya dünyasına geri dönmeye korkuyorsa, aynı zamanda bilinç egosu kendisine ve rüya egosuna yeterli desteği sağlayamıyorsa, o zaman psikoz sürer gider.

Rüya egosunun yeraltı dünyasından kaçışı, rüya egosunun gündüz yolculuğudur. Bu yolculuk dış dünyayla füzyona ve Participation Mystique’e yol açar. Böyle bir durumda kişi geçmiş rüya imgelerinin karikatürlerini iradesinin dışında davranışlarına aktarabilir. Ama bu safhada bile kişi uyuyabiliyor ve rüyasını anımsayabiliyorsa, rüya görme sırasında bütün rüya dünyasıyla Participation Mystique halinde olmayacaktır. Bir varsayım olarak, ruhsal gelişimin çok erken evrelerinde bebeğin bilinç egosunun tıpkı dış dünyayla olduğu gibi bütün rüya dünyasıyla da Participation Mystique içinde olduğundan ve bebeğin bilinç egosunun zamanının çoğunu uykuda yeraltındaki simbiyotik ikizini bulmaya çalışarak geçirdiğinden söz etmiştim. Bir erişkinin tüm rüya dünyasıyla Participation Mystique kurması ancak bilinç egosunun uyku sırasında rüya dünyasına bizzat girmesiyle mümkün olur. Bu tür bir rüya örneği vermek istiyorum:

“Mutfaktayım. Pencereden dışarı bakıyor ve bir bardak İngiliz çayı içiyorum. Rüyada mıyım, değil miyim bilemiyorum. Gerçek hayatta olduğuma karar veriyorum. Ama birden, kısa bir dinlenme için bir süre önce yatmış olduğumu anımsıyorum. O halde, her şeyin son derece gerçek görünmesine karşın rüyada olmalıyım. Sonra bu rüya dünyasına bizzat girmeye karar veriyorum. Müthiş meraktayım. Bilincim rüyaya girerse ne olacak acaba, kestiremiyorum. Bilincim rüyaya girmeye başlıyor. Rüyada hiçbir görüntü değişmiyor, ama artık rüyada kimim bilemiyorum. Bir ruh her şeyi sarmalıyor ve bu ruh benim. Kendimi çok kötü hissediyorum. Uyanmak istiyorum ama uyanamıyorum. Uyanmak için kendimi zorluyorum, ancak başaramıyorum. Bu rüya böyle sürüp giderse öleceğimi hissediyorum. Sonunda uyanabildim ve uyandığım için kendimi çok rahat hissettim.”

Bu çok az rastlanan bir rüyadır. Bu tür bir rüyayla ancak bir kez karşılaştım. Rüyalarda bilincin simgelerini görürüz; ancak bilincin kendisiyle karşılaşmaya alışkın değiliz. Rüya egosunun kendi ikizi ve ikizleriyle beraber olduğu rüyalarda bile, bu ikizler kişiliğin ve ruhsal sürecin simgesel temsilcileridir. Rüya egosu da dahil olmak üzere bunların hiçbirisi bilincin kendisi değildir. Bu az rastlanan rüyada, rüya egosu bilinç egosunu rüya dünyasına çağırarak olacakları görmek ister. Rüya bilinç için bir simge yaratacağı yerde, bilinç egosu rüya egosunun da hazır bulunduğu bir mutfak ortamında rüya dünyasına bizzat girer. Bilinç egosu göze görünmemektedir, çünkü o bir ruhtur (Belki başka bir ruhsal katmanda görülebilirdi).

Yukarıdaki rüyada parçalanma ya da apokaliptik imgeler söz konusu değildir. Rüyada hiçbir şey değişmemektedir, ancak öznel duygu apokalipsten de berbattır. Rüya egosu da dahil olmak üzere bütün rüya imgeleriyle bir Participation Mystique söz konusudur. Rüya egosu, rüyadaki bütün diğer imgeler gibi dingindir, rüya dünyasında onun varlığını tehdit eden bir şey yoktur. Bilinç egosu içinse rüya dünyasına girme, kendisi için bir çeşit eriyip gitme, yok olmadır. Bilinç egosu ait olduğu yere geri dönmek ister, ancak, rüya egosunun rüya dünyasından kaçtığı rüyaların aksine, uyanmakta güçlük çeker. Çünkü bilinç egosu rüyalar alemindedir ve rüya dünyasının eşiğinde kalarak kendini yalnızca bilinçdışındaki rüya egosuyla özdeşleştireceğine, bütün bilinçdışı ruh ile kaynaşmış durumdadır.

Kutsal ikizler hemen her yerde insanoğlunun ataları kabul edilir. İlk insanlar olarak bir başka özellikleri de herkesten önce ölmeleri ve böylece ölüler dünyasının ilk sakinleri olmalarıdır. Ölüler dünyasının en kıdemli sakinleri olarak Kutsal ikizler aynı zamanda o dünyanın yöneticileridir de. Farklı mitolojilerde ikiz söylenceleri gündüz-gece bölünmesini temsil eder. İkizler tahakküm ve edilgenlik, saldırganlık ve sabır gibi çifte özellik örneklerini sergiler. Hint-Avrupa Kutsal İkiz söylencelerinde ikizlerden biri savaş, at ve kuvvetle, diğeri de evcimen işlerle bağdaştırılmıştır.

Kutsal İkizlerin bütün nitelikleri rüya egosu ve uyanıklık egosu için de geçerlidir. Örneğin uyanıklık egosu Zürih’te domestik bir sekreterken, rüya egosu eski bir kovboy kentinde bir silahşordur (Bir analizan ve rüyalarından). İkizlerin insanoğlunun atası olduğunu anlatan söylenceyi psikolojik terimlere tercüme edecek olursak insan ruhunun ikizleri olan uyanıklık egosu ve rüya egosunun kişisel ve bireysel düzlemde insanın kimliğinin atası olduğunu iddia edebiliriz.

(Bu yazı, Dr. Murat Kemaoğlu’nun Psikoterapide Yarım Asır kitabından alınmıştır. Kitabı güvenli online olarak satın almak için şu linke gidebilirsiniz.

Ya da şu linkten :

https://www.nadirkitap.com/psikoterapide-yarim-asir-dr-murat-kemaloglu-kitap25001597.html
Kategoriler
Blog Yazarak İyileşme Blog

Bir Kargaşanın Ardı… – Ayşin Surlu

Dar bir alanda, karanlık denilebilecek bir loşlukta, tanıdığın tanımadığın insanların telaşlı koşuşturmasını izlersin. Heyecanın dizginleri birkaç saat önce sendeyken artık başkalarına geçmiştir. Büyümüş göz bebekleri ile gözlerini kocaman açarak neler olduğunu anlamaya çalışmak, tutacak bir el bulmak istersin. Hiç konuşamayacakmış gibi sesin kısılır. Düşünceler karışır.

Ya sesim giderse ya unutursam, terledim mi, ayakkabılarım sıkıyor mu, ya o kadar süre ayaklarım şişerse. Annem, “Hep ayakta durunca ayakların şişer” der.

Notalara bir daha bakarsın. Son bir kontrol. Ellerinin teri kağıtları yumuşatır. Gözlerini kapatıp, repertuvarı tekrar etmeye çalışırsın. Bir ses yarıda böler çalışmanı. “15 dakika kaldı. Haydi arkadaşlar”. Kalbinin sesi konuşmalara karışır. Bir el omzuna değer, saçını okşar. Önünde eğilip, gözlerinin içine bakarak, her şeyin çok güzel olacağını söyler. Yüzüne gelen o tebessümle, daha dik omuzlarla, titreyen bacaklarınla sahnede sessizce yerini alırsın. Küçük eller birbirini tutar, gözler birbirine değmez. Yıllarca birlikte olduğun arkadaşının endişesi de seni ele geçirir diye korkarsın. Bakmazsın kimseye. Sadece perdenin arkasına, o kalın, ağır, kırmızı perdenin arkasına gözlerini dikersin. Zaman durur. Koşuşturmalar biter. Nefesler tutulur ve PERDE!

Aşağıdan yukarıya doğru ağır ağır çıkar. Açtığı her alandan, sahneye hafif bir ışık süzülmeye başlar. Işığa seyircilerin fısıltıları eşlik eder. Tepeye vardığında, sesler kesilir, hareketler durur ve IŞIK!

Aydınlık gözünü kamaştırır. Az önce yarı karalıkta görülen insan siluetleri yok olur. Kapatamazsın gözlerini çünkü sahnedesin ve ALKIŞLAR!  Karışık, tek düze olmayan alkış seslerinin içinden gelen ŞEF!

Koro şefi yürüyerek sahneye çıkar. İşte o zaman alkışlar düzene girer. Seyircileri önce o, sonra onun komutu ile bizler. Selamlama, hep birlikte başların hafifçe öne eğilmesi ile olur. Daha fazlası olmaz.

Sehpanın başına gelir. Sırtını seyirciye, yüzünü bize döner. Gözleri, sevgisi, gülüşü o kadar çoktur ki. Hepimize yeter.  Göz kırpar, gülümser, kollarını kucaklarcasına açar ve işte o anda gücünüz her şeye yetecekmiş gibi hissedersiniz. Bir bütün olursunuz. Tek ses, tek vücut onun işaretlerini izlersiniz.

Orkestranın alışıldık sesi, sizin sesinizle bütünleşir. Her notayı fark etmeden yaşarsınız. Kimi zaman hafifçe yağan bir yağmurun damlalarının dereye karışması gibi, kimi zaman derenin çağlaması, kimi zaman yağmurun şiddetlenmesi gibi…

Yağmur damlaları dereye, dere denize, deniz okyanusa kavuştuğunda, ayaklarınız yere basar, sesler söner, yüreğinizde sevgi mutluluk coşar…

Anne! Bak, ayaklarım şişmedi.

Ayşin SURLU

03.08.2021, İstanbul

Kategoriler
Blog Yazarak İyileşme Blog

Oyun ve Perde – Ayşe Öztekin

“Bildik gelen geçer imiş, bildik konan göçer imiş
Aşk  şarabın içer imiş bu mânâdan her kim duyar”

Yunus Emre

Tanrıtanımaz olarak bilinen varoluşçulardan olan Sartre, oturduğu yerde, bir kestane ağacının köklerini incelerken birden içinde duyduğu ve adına iç bulantısı  dediği bir duyguyla kendine gelir. Yazdıkları  çok karamsardır çoğunlukla, ama aslında her insanın içinde bulunan gelgitleri, anlamsızlık  duygusunu, açmazlarını ve hiçliğini yakalar o anda. Tam da o  anda. Anlamsızlık ve kaybolmuşluk içinde olmak ya da varolmak algısıdır bu  aslında. Diğer bir deyişle insanın nasıl varolamadığının verdiği acının resmi.

Shakespare’in “olmak ya da olmamak”  sorusunu Prof. Dr. Salih Akdemir “olmak  ya da şimdi olmak” olarak yeniden sorar. Gözüme uykunun girmediği gecenin tanıyla başlayan cırcır böcekleri de bana bu  soruyu yeniden sordurmuştu. Zihnimde dönüp duran sorular, haksızlığa ya da ihanete uğramışlık  gibi gelen duygunun dayanılmaz ağırlığı, coşkunun ve yaşama dair bir sevincin olmaması, beynimin o ıssız, derin ve karanlık  artık  dehliz gibi  gelmeye başlayan kıvrımlarında dolanıp  dururken bu işitmekte duyarsız kalamayacağım sesler o anda, tam da o anda sanki bana seslenmişti. İlahî bir koroda gibi cırcır böcekleri aslında kendi teslimiyetlerini yaşarken bana da beni hatırlatmışlardı. Bu durumu yaklaşık yedi sene önce deneyimlemiştim. Artık farkındalığım eskisi gibi değildi. Zaman zaman, rutine bindiremesem de nefes ve meditasyon çalışmalarını şekilsel olmayan bir şekilde hayatın içinde deneyimlediğim sık olmaya başlamıştı. Yani o genleşmiş zamanla gelen sebepsiz iç neşeleri gibi, düşünmeden kalbimden geçene tanık oluşum gibi, yemek yaparken, konuşurken, bir çocukla oynarkenki namaz hallerim gibi…

Öte yandan ummanı geçip de derede boğulurcasına aşamadığım konular vardı. Hani derler ya aydınlandığınızı  düşünüyorsanız ailenizin yanına üç beş gün gidin diye. En çok canımı yakan konuları, kardeşlerle biraraya geldiğimizdeki o öfke patlamalarını  aşamayışımız gibi. Neden hala insanların birbirlerine saygılı olamamalarını sorgulamak gibi…

Hepimizin içinde bir çocukluğa inen “temel  dramatik temamız vardır. Karşılanmasını beklediğimiz temel ihtiyaçlarımızı, temel ihtiyaç maddelerini arar gibi aradığımızda sonucun hep  “acı” çekmek olduğunu kendi hayat  deneyimimiz gösterir. Çünkü sorunun kaynağına inemeyince anlayabilmek  ve çözebilmek için hayatımızda benzer durumları  ve ilişki türlerini defalarca yaratırız ve sonuç alamayız. Freud, “yineleme dürtüsü” der bu  duruma. Asla zihnimizle kavrayamadığımız ve çözemediğimiz ama tekrarlarını yarattığımız bir durumdur bu. Sürekli tekrarlarız, ta ki yorulup aradığımızın başkasında olmadığını anlayana ve aramayı bırakana kadar.

Eskiden kendimi yel değirmenlerine karşı savaşan Don Kişot gibi hissederdim. Doğrudan üstüne giderdim her şeyin , sanki her haksızlığın hesabını ben sormalıymışım gibi. Ama hayat, insana en çok da kendisini öğreten bir öğretmen ya da bir tiyatro sahnesi gibi…

Bütün beşeri bilimler, insana insanlık var olduğundan bu yana “Kendini Bil” der. Kendini bilmek  ise, bir kendini tanıma meselesidir. İnsanın kendini tanıması ise asla tek başına olmaz. Bir kutsi hadiste, Tanrı’nın kendini bilinmez bir hazine olarak tanımladığından ve bilinmek istediğiyle alemi yarattığından  bahsedilir. İnsanın da kendini tanıması , bir oluş varlığı olarak olabilmesi için yekdiğerlerine, seyre, oluşlara ihtiyacı vardır.

İşte bu konular şu geçtiğimiz bir haftada grubumuzda olan yazışmalar, hayrette kalışlarım, sorgulayışlarım ve kendime dönüşlerimle ilgili bir süreçte, yazma atölyesinin son “oyun” ve “sahne ya da perde arkası” başlıklı konuları ile örtüştü, uyanış oldu.  Hani Yunus Emre’nin o “sen sanmadığın yerde şayet açıla perde” dizelerindeki gibi bir perde kalkıverdi adeta. Ama benim için zorlayıcı oldu.

Ben de tam gruptan çıkmalı mıyım, Murat  Bey’e yazmalı mıyım derken Murat  Bey’e yazan ya da arayanların ifşası ile daha şiddetli bir dalgalanmayı yaşadığımı  fark ettim. Önce kendimi suçladım; zira gruba “bu  fazla konuşma ve yazışmaları  dengelemek için ne yapabiliriz” diye ilk ben bir öneri sunmuştum ama yazışmalar öyle bir hal aldı ki, sanki dış  dünyada yaşadığımız yangınlar, iç dünyalarımızın tezahürü gibiydi…Derken manevi yolun bana öğrettiği bekleme, sabırlı olma, olanın ardını görme isteğini hayata geçirebildim. Tabii bu dalgalanmaların durulup beni bu  bildiklerimi uygulama aşamasına getiren yine Murat Bey’in ve Cankat Bey’in tiyoları oldu. Bunlar sahnede rolünü unutanlara suflörlük yapan birinin hatırlatmaları gibiydi. Yazma Atölyesinin sahnesinde toz dumana karışmışken, ağlayan, gülen, hastalanan ve oyunu  terk edenler varken, ben seyirci koltuğuna çekilip bir de dışardan bakmak istedim bize. Öyle ya tiyatro madem antik Yunanda “görme yeri” olarak kurulmuştu; öyleyse benim görmem gereken neydi? Ya ben de çekip gidecektim ya da tam da şimdi ne olduğunu, ne olduğumu anlayarak aldığım rolü yerine getirecektim.

Oyunlar, tiyatro eserleri çocukları hayata hazırlarken, büyükleri de hakikate yaklaştırırlar. İnsanların ve kültürlerin kendilerini sıradan, değersiz, anlamsız bulmalarının ve indirgenmiş hissetmelerinin nedeni ne olabilir? Diye sordum. Tanrıtanır /Dindar Varoluşçulardan Gabriel Marcel’i hatırladım. Marcel,  bu konuda eksik olanın, “ontolojik açı, yani varlık duygusu” olduğuna dikkat çekmektedir. Varlık  duygusunun bu yitimi der Marcel, işlevi varoluşun önünde görme eğilimiyle ilişkilidir. Yani insan kendini bir insan ya da benlik olarak görmek yerine, metroda bir jeton satıcısı, bir manav, bir profesör bir devlet başkanı olarak  görmekte ve tanımlamaktadır.

Öte yandan yine Marcel’e göre: “Kişi için varolmak, kendini kendi içine hapsederek değil, kendini hemcinslerine ve nihai noktada Mutlak Varlığa doğru açarak ve kendini aşarak kendini gerçekleştirmektir. Hal böyle olunca varoluşsal olan ile metafizik olan arasında birleştirici bir yol bulunmaktadır ve bu yol bireyin kendi varoluşsal derinliğini, imkân ve sınırlarını fark edebilmesinden geçmektedir.

İşte grupta yaşananları ve neden birbirimizle birlikte oluşabildiğimizi, neden başkalarına saygıyla yaklaşmamız, birbirimizde kendimizi görürken, kendi hallerimizden örnekle başkasını  nasıl anlamamız gerektiğini görmeme vesile oldu  bu  son yaşananlar.

Bu olanların perde ve oyunla olan  ilgisi ise beni Peygamber  kıssalarına götürdü genelde. İnsanı ilk etapta şaşkına çeviren ama sabredilerek beklendiğinde  bambaşka sonuçlarla karşılaşılan olayları, konuları hatırlattı genelde.

Özelde ise “perde” olarak betimlenen, o gerçeğin, bilincimin üstünü örten, örttükleri veya örtmüş olduğum her ne ise başkalarını seyrederken farkına varıp, anlayıp da kaldırdığım veya kaldırılan ve o ana kadar bana görünmemiş olanla ilgili idi.

Burada Murat Beyin yaptığı katalizörlük, herkesin kendi hayatının sorumluluğunu almasını gerektirdiği gibi, hem herşeye dahil olup hem hiçbir şeye müdehale etmeyerek herkesin bir aradalığını da gerekli kılan bir süreçte kalmayı  öğretti. Bu  bir haftalık  süreç sanki benim 50 yıldır kendi evimin içindeki kişilere bakışımı da genişletti. Sanki beni onlara onları  bana kazandırdı. Çünkü biz tek başımıza insan olamıyorduk.

Böylece yaşayarak, empati kurarak, diğerinin penceresinden bakarak, neleri yapabileceğimi görüp nerelerde duracağımı fark ederek kendimi, karşıdakini ve hayatı tanıma ya da öğrenme sürecini deneyimleyerek OYUNu ve ardını anladım. Herkesin anlama ve değişim sürecinin aynı olmadığını gördüm. Her sorun çıkışında şimdiye kadar yaptığım gibi kendimden ve istediklerimden vazgeçmeden de bir yerde durabileceğimi ve her an yeni bir yaratmada olanın her an yarattığının farklı olabileceğini ve her şeye bakışım değişince şiddetinin de değişebileceğini deneyimledim.

Bu oyun, aslında  benim kendimi tanıma sahnesine çıkarken, sahne gerisinde yönetmenle anlaştığım üzere, hem kendime hem de başkalarının kendini tanımasına katkı  sağlayacak  esas rolü oynamam gerektiğini hatırlatan bir oyun oldu.  Herkese ve kendime teşekkürlerimle

Ayşe Öztekin, 2021

Kategoriler
Blog

İtiraf Gecesi – Ayşe Durgut

Perde kapandı. Oyun bitmişti seyirciler öfke, kızgınlık, çaresizlik, suçluluk biraz da sevinç gibi karmaşık duygular ile oyuncuları uzun süre ayakta alkışladılar kadere bir çelme atılmış mutlu sonla bitmişti. Seyirciler birbiriyle oyunu kritik ederek salondan ayrılmaya başladığında perde bir daha açılmadı. Sahne arkasında oyuncular oyundaki rollerinden birer birer gerçek rollerine dönerlerken keşke her şey bir tiyatro olsaydı diye düşündüler

DÖNDÜ:  5 kızın en küçüğü . Anne son olarak bir erkek çocuk olur diye hamile kalmıştı. Dokuz ay eşi ve kayınvalidesi tarafından el üstünde tutulmuş bir dediği iki edilmemişti. Döndü’nün annesi hamile kaldığı zamanlarda insan yerine konulmuştu. Bu saltanat bebek doğana kadar devam ederdi. Aile o kadar emindi ki erkek çocuk geleceğine bebek doğduğunda son anda döndüğü için bebeğin adını DÖNDÜ koymuşlardı.

ARSLAN.  Kültürlü bir ailenin tek çocuğu idi. En iyi bir çocuk yetiştirebiliriz diye 2. Çocuğu hiç düşünmemişlerdi . Çocuklarının cinsiyeti çok önemli olmasa da Arslan doğduğunda erkek çocukları olduğu için içlerinde bir sevinç dalgası kabarmasına da engel olmadılar.

PERİ: Tiyatronun en genç, en güzel, en karmaşık kızıydı ailesi çok zengindi. Peri ve çocukları ömür boyu çok rahat yaşayabilirlerdi. Dede 9 kuşağa yetecek kadar birikim yapmış baba da bu birikimi doğru değerlendirerek bir o kadar arttırmıştı.

DURSUN:  6 çocuğun en büyüğü olan Dursun’un ailesi tek çocukları olmasını istedikleri için ilk çocuğunun adını Dursun koymuşlar ancak 5 tane daha çocukları olmuştu.

UMUT:  Boncuk boncuk gözleri, sedef hastalığından benek benek cildi ile yönetmenin çocuğu Umut daha 9 yaşında Tiyatronun maskotu, çırağı. Herkes Umut’u sever koru kollardı.

Tiyatro dışındaki hayatları ve rolleri bazen birbirine karışır bazen kim olduklarını nerede olduklarını unuturlardı. Hepsi alkışlanmayı çok severlerdi.

Yeni oyun için roller dağıtılırken bu kez sanki herkes daha heyecanlı idi. Hem bu oyunda Umut da oynacaktı . İlk kez sahnenin tozunu attıracak alkışlanacaktı. Tiyatro eğitimi için daha yaşı küçüktü ama yürümeye başladığından bu güne sahne önünde ve arkasında tozları kaldıran Umut değil miydi.?

Tiyatro ciddi ekonomik kriz içinde idi .Bu sene hiç oyun sergileyememiş, oyuncular kendilerine başka işler bulmak zorunda kalmışlardı.Tiyatro binası Pelin’in babasının olduğu için bu sene kira ödemiyecek  olmaları büyük şanstı. Bu nedenle Yönetmen Arif Peri’ye karşı borçlu hissederdi.  İyi bir oyuncu olduğunu da düşünerek bu oyunda başrolü Pelin’e vermeyi  düşünmüş onun rahatça altından kalkabileceği bir eser bulmaya çalışmıştı. Ekip arkadaşlarının da onayı alınca provalar başladı.

2ay süren provalar da tiyatroyu oyuncu olarak ne çok özlediklerini düşünüp seyirci ile buluşacakları güne heyecanla hazırlanıyorlardı. Umut’un performansı herkesi mutlu ediyordu. Vuslat bu gece idi.

SAHNEDE PERİ, DURSUN, DÖNDÜ, ARSLAN VE UMUT

Mutlu bir aile tablosu ve arkadaşlar ile yenilen yemek pandemi sonrası ilk karşılaşma

(Peri, Dursun, Döndü, Arslan yemek masasında yemeklerin birazı tüketilmiş.  2. kadehler kalkma üzere. Umut yemeğini bitirmiş halının üzerinde oyuncakları ile oynuyor.)

PERİ: Ne iyi oldu bu akşam buluşmamız özlemişim. Çok uzun zaman oldu. Pandemi, Corona insanının kendisiyle bile görüşmesini güçleştirdi sanki kendimden bile şüphe eder oldum diye kadehini kaldırdı.

DURSUN: Haklısın hayatım sofra ve yemekler harika eline sağlık. İyi düşündün (kadehini kaldırır arkadaşlarına dönerek ) iyi ki geldiniz.

DÖNDÜ: Teşekkür ederim aslında birbirimize çok yakın olmamıza rağmen Peri’nin de söylediği gibi kendimizle bile görüşemedik. İyi ki geldim. Bende özlemişim sizleri, dostlarla sohbeti. Kadehini kaldırırken (Arslan’a  baktı hoşlanıyor muydu acaba? Yoksa 1 yıldır görmediği için mi şu anda onu yakın hissediyordu. Arslan’da bu akşam sanki biraz dalgın ağzında bir şeyler geveliyor gibi ister misin ilan-ı aşk etsin ) diye düşündü.

ARSLAN: Bende teşekkür ederim. Ancak Döndü ve Peri’ye katılmadığımı da belirtmek isterim. Pandemi döneminde, bu bir senede en çok kendimle görüştüm ben. Kendimi çok ihmal ettiğimi, kendimle tanışmadığımı, neleri sevip sevmediğimi, ölçtüm, biçtim ve hiç tanımadığım Arlan ile tanıştım. Aslında bu Arslan’ı herkesle tanıştırmak istiyorum. Sizlerin yeni Arslanı sevip, kabul edip etmeyeceğinize yönelik tereddütlerim ve korkularım nedeniyle henüz tam da karar veremedim. Hadi şerefe, dostluğa, sevgiye diyerek kadehini kaldırdı. Bardağın yarısına kadar dikti kafasına.  Peri, Döndü ve Dursun kadehlerinden birer yudum alırken gözleri  Arslan’da  bir dikişte bardağı yarılamış olmasına şaşırmış  Arslan’ın  anlatacağını  merakla bekliyorlardı.

UMUT halının üzerinde kendi kendine oyuncakları ile oynuyor büyüklerin ne konuştuğu ile ilgilenmiyordu. Uzay araçları, arabalar, taksi kamyon ve sürücüleri ile yarışlar yapıyor bebekleri birbirleri ile konuşturuyordu  onlar da koyu bir sohbete dalmışlardı. Umut’un taksi şöförü bebeği, yolcu bebek ile kavga ediyor ve Umudun sesi yükseliyordu. Masadakiler ne oluyor dercesine aynı anda Umut’ a döndüler. Umut  büyüklerden habersiz kavgasını sürdürüyordu.

TŞB: Sen ne dedin? Ne biçim konuşuyorsun benimle? Seni hiç böyle bilmezdim, aylardır senden bir açıklama bekliyorum.

YB: Niye kızıyorsun? Ne dedim ki ben? Sadece sana duygularımı anlatıyorum ve biraz zaman istiyorum.

TŞB. Sus daha konuşuyorsun! sen beni ne sanıyorsun?

YB: Sen benim en sevdiğim arkadaşımsın. Seni seviyorum.

TŞB:  Sanki uçar gibi yolcu bebeğin üzerine atladı .Umut TŞB yi ısırıyor,elini kolunu koparmaya çalışıyor,koparamayınca Yolcu bebek ile vuruyor, vuruyor ,vuruyordu kıpkırmızı olmuştu. Öfkeden bağırdığını ailesinin de onu izlediğinin farkında değildi.

Arslan şaşırdı. Ne diyeceğini bilemedi. Yerinden kalktı Umut’un yanına geldi. Umuda sarıldı’’ her şey yolunda’’ dedi.  Umut’un elinde onun aldığı oyuncak bebek vardı onu taksiye yolcu yapmıştı. Yemek masasına Umudun bebeği ile döndü. Bardağına rakı koydu bir yudum rakıdan bir yudum sudan aldı. Sandalyesine sırtını rahatça dayadı. Bebeği masaya oturttu onunda önüne bir rakı bardağı koydu. Bu bebeği Umuda ben almıştım oda bebeğin adını Arslan koymuştu. Bu sabah beni arkadaşımla tartışırken görmüş sanırım bu durumdan etkilendiği için bebekler tartışıyordu.

Taksi şoförü de Emin. Emin onun bir yıldır hayat arkadaşı idi ve o gün tiyatronun önünde tartışmışlardı. Emin Arslan’dan ayrılmak istediğini söylemişti. Tiyatroya gelirken Arslan sevgisini anlatmaya çalışmış ama ikna edememişti. Arabadan inince her zaman olduğu gibi Emin’i öperse barışırlar diye düşünmüş ama Emin çok sert vurmuştu. Hatta dudağı kanamış kulise girmeden hemen önce elini yüzünü yıkayıp arkadaşlarına bir şey belli etmemeye çalışmıştı. Umut’un gördüğünden haberi yoktu.

Bu pandemi döneminde hayatı ne kadar değişmişti ve bunu kimseyle paylaşamamıştı. Emin’le de bu nedenle tartıyorlardı sık sık. Emin Arslanın yeni kimliğini kabul edemediğini ve arkadaşlarından gizlediğini biliyor ve hazmedemiyordu. ‘’ya olduğun gibi görün, yada göründüğün gibi ol’’ ‘’kendine, arkadaşlarına itiraf edemediğin sürece bana görünme ‘’ demişti.  Bu akşam yemeği fırsattı Arslan arkadaşlarına anlatacaktı ama Umut hızlı bir giriş yapmıştı. Şimdi nasıl toparlıyacaktı. En iyisi  Umut’un kaldığı yerden devam etmekti. Arkadaşları merakla bekliyorlardı.  Arslan kimse ile tartışamaz.Bir karıncayı bile incitmeyen Arslan  Umudu da etkileyen bu kadar önemli ne anlatacaktı .

Arkadaşlarının yüzüne tek tek baktı ve

ARSLAN:  Evet  ben erkeklerden hoşlanıyorum.( odaya bomba düşmüş etkisi  yaptı). Döndü kızardı ‘’ne bekliyordum ne oldu ‘’diye düşündü. Peri ve Dursun ne var bunda derken (Umudun olaya ne kadar katıldığını merak ettiler ve bakıştılar.) Emin’i görene kadar bende farkında değildim diye devam etti Arslan. Bu güne kadar hiç kız arkadaşım olmadı hiçbir kızın elini tutmadım çok da dert etmiyordum. Günlük hayat koşuşturması, hengamesi içinde özel bir ilişkiye zamanım yok, doğru kişi gelince kendiliğinden aşk beni bulur. Bende aşk denizinde boğulurum diyordum. Pandemi de eve kapanınca kendimi sorgulamaya başladığım dönemde Emin ile tanıştım. Memleketten yeni gelmiş kalacak yeri yoktu. Ailem bana uğramasını söylemiş. Ürkek, utangaç ama bir o kadar kararlı biri idi. Gördüğüm anda kalbim farklı atmaya başladı.Ben bile şaşırdım. Karşımdaki bir erkekti.  Memleket özlemidir dedim geçiştirdim. Sevinçle içeri davet ettim. Onunla iken istemsiz gülüyor kalbimin atış hızını normale indiremiyordum. Emin bana önce neden geldiğini anlattı.

(EMİN: Ben kadınlardan hoşlanamadım. Sevemedim.Hep bir kardeş, bacı gibi baktım hiçbir kadın kalbimi çalmadı. Kasabada bir çocuk vardı onu görünce kalbim deli gibi atmaya başladı. Korktum ve hemen kasabayı terk etmeye karar verdim. Annen teyzemin komşusu imiş. Teyzem benim kasabadan ayrılacağımı söyleyince senin ailen adresini vermiş teyzeme. Bir süre idare ederler demiş. Birkaç paket de götürür annesinin yemeklerini özlemiştir oğlum .Giderken uğrasın alsın demişler.) dedi

ARSLAN: Eminin anlattıkları karşısında şoka girmiştim. Aynı şeyleri hissediyor ama nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum. Bir süre sonra takside şoförlük yapmaya başladı. Ekonomik olarak bana yük olmuyor hatta sen sanatçı adamsın her işte çalışamazsın ben çalışırım tiyatrolar başladığında beni bedavaya tiyatroya götürürsün diyordu.Ben evde iken o gelecek diye yemek yapıyor geliş saatinde masayı kuruyor rakı kadehlerini de ihmal etmiyordum. Bir gece iyice içtim cesaretimi topladım ve ona duygularımı açtım.

(EMİN: Biliyordum ama senin söylemeni bekledim. Beklemek benim içinde zor oldu. Bende senden hoşlanıyorum .Bunu sana ilk ben söyleyemezdim senin kendini fark etmen, kabul etmen benim için önemli idi )

ARSLAN : O gece uzun uzun konuştuk.Emin’in o kadar kültürlü kendini yetiştirdiğini de ilk o gece fark ettim. Annem acaba beni biliyormuydu da Emin’i özellikle mi bize gönderdi diye de merak ediyorum. Bir ay aynı evde kaldığımız halde Emin’İ tanımadığımı düşündüm. Ancak  25 yıldır kendimi de tanımadığımı da itiraf etmem zor oldu. .Kendimle ve aşk ile yeni tanışıyordum. Emin benim hayat arkadaşım olmuştu. Her şey çok güzeldi.  Emin gizlenmek istemiyor sizlerle de tanışmak istiyordu çünkü her gece sizleri anlatıyordum. Bu günde tartışmamızın nedeni buydu. Umuda teşekkür ederim. Eğer o şekilde konuya girmese belki asla anlatamazdım bu gece.

Masada herkes şaşkındı. Biraz hayal kırıklığı, biraz tedirginlik yerini sevgiye bıraktı nede olsa yıllarca aynı sahnede çok şeyler paylaşmışlardı. Döndü muzipçe gülümsüyordu. Biraz rakıdan, biraz önce Arslan için düşündükleri nedeniyle. O zaman bu gece itiraf gecesi olsun diye atıldı. Herkes bir şey itiraf etsin şimdi sıra bende dedi. Yaşasın rakı kardeşliği diye küçük bir kahkaha attı kimseden bir onay beklemeden direk konuya girdi.

DÖNDÜ: Biliyorsunuz ben tekne kazıntısıyım. Hem de ne kazıntı. Acı bir gülümseme düştü yüzüne ama hemen kovdu acı veren düşüncelerini. Ailem tanrı Zeus beklerken.  Erkek olsaymışım beni gerçekten evin tanrısı yaparlardı ’’içini kanatan küçük bir kahkaha daha attı’’ Ben Hera olmayı seçtim. (Hera oldukça ilginç bir tanrıçadır. Bunun sebebi ise kesinlikle korkutucu denebilecek kadar güçlü karakteridir.) Tam bir hayal kırıklığı idi dünyaya gelişim. Annem beş çocuktan sonra bir daha cesaret edemedi. Babam ,babaannem kendini kandırılmış hissetmiş. Dokuz ay kraliçe gibi davrandıkları annem köle İsaura olmuştu. Ağzıyla kuş tutsa nafile. Babam boşanmadığı için şükrederek yıllarca köleliğe devam etti annem. Kimin suçu idi erkek bebek gelmemesi? Benimdi tabi ki son dakika dönmüştüm. Erkek yerine kız olduğum için en büyük ihaneti kötülüğü anneme ben yapmıştım. Dönek birisiydim asla güvenilmez ucube bir bebek. Annem bana bakmadı sütünü bile vermedi. On beş yaşındaki ablam Melek bana annelik etti. Beni erkek çocuk gibi giydirirse, erkek çocuk gibi büyütürse, küfür etmeyi, dövüşmeyi öğretir erkeklerle oynamama izin verirse belki tekrar erkek olurdum. Zaten önceden erkekmişim ve dönmüşüm ya belki yine dönerdim. Melek ablam çok uğraştı benim erkek gibi olmam için ancak bu kadar oldum. Elimde sigara, rakı kadehi dilimde küfür erkeklerin yere düşürdükleri kelimelerin toplamı oldum. İtiraf ediyorum ben ne erkek ne kadın oldum. Biraz biraz ikisinden de var. Hem erkeklerin hem kadınların  tadına bakmayı  seviyorum. Oh be söyledim işte diye sandalyesine yaslandı.

Dursun ve Peri şoktan şoka giriyorlardı. Yıllardır birlikte oldukları tanıdığını sandıkları arkadaşlarını bu gece tanıyorlardı. Ne diyeceklerini nasıl davranacaklarını bilmiyorlardı. Olsun bu arkadaşlarını da sevmişlerdi. Arkadaşları bu kutsal gecede onlardan da iyi bir itiraf bekliyorlardı. Var mıydı?  Birbirlerine baktılar onlarda anlatabilir miydi?  Yıllarca sakladıkları sırrı arkadaşları ile paylaşabilirler miydi? Üç kişilik bir sırdı güvenebilirler miydi?  Peri hadi bizde anlatalım der gibi göz kırptı .

DURSUN:  bizim de bir itirafımız var. ( derken Peri Umut’a baktı.)

PERİ: Ben Umut’u yatırayım.

(Oğlunu sevgiyle kucağına aldı. Öptü kokladı. Umut annesinin şefkatli kollarında hemen gözlerini kapadı. Peri oğlunu odasına götürüp yatırdı. Oyuncakları topladı. Masaya otururken masadaki oyuncağı okşadı)

PERİ:  Bu gecenin kahramanı (diyerek  rakısını tazeledi. )

Dursun’a sevgiyle bakıp hadi başla dercesine başıyla onayladı.)

DURSUN:  Peri ile üniversitede tanıştık ilk görüşte aşık oldum. Gerçekten adı gibi Peridir benim karım. (Masanın üzerinde  elini sıkıca tuttu minnet ve sevgiyle baktı.) Herkese iyilik yapar, dertlinin, evsizin, parasızın, kimin sorunu var ise elinden geldiği kadar çözer. Bu güne kadar çözemediği bir şey yok. Benim sorunumda Peri’ye olan aşkımdı. Bana imkansız geliyordu . Onun ailesi ve benim ailem arasında uçurumlar vardı. Ateş böceği gibi onun etrafında uçuyor peri kanatlarına zarar vermemek için de yaklaşamıyordum. Peri’den başka herkes biliyordu ona nasıl aşık olduğumu. Aslında Peri’de biliyormuş ve içten içe beni beğeniyormuş ama benim de ne kadar sağlam pabuç olduğumu görmek istemiş.  Az koşmadım peşinden. Son sınıfta son şansımdı. Bir gün Peri ‘’hadi  ama beni mezuniyet partisine götürmeyecek misin’’ dedi. Perinin eli bana da değmişti. ‘’Çok bekledim çok şey kaçırdık artık birlikte yola devam edelim mi’’ diye bana sordu. Elini bana uzattı bir daha hiç bırakmadık ellerimizi. Peri’nin babası başta karşı çıktı. Zamanla beni tanıdıkça sevgimi gördükçe o da onay verdi evlendik. Yıllarca çocuğumuz olmadı çok denedik. Doktor doktor dolaştık bir türlü çocuğumuz olmuyordu. Ben çocuk sahibi olamıyordum. Ayrılmayı teklif ettim Peri çok iyi bir anne olabilirdi. Peri şiddetle karşı çıktı. Kayınpeder benim çocuk sahibi olamayacağımı öğrenince baskı yapmaya başladı torun istiyordu. Haklıydı da. O kadar malı mülkü kime bırakacaktı. Dizlerinde torun zıplatmak, şımartmak istiyordu. Peri benden ayrılıp çocuk sahibi olabilirdi oda torununa kavuşurdu. Peri çok karşı çıktı. Artık onun da direnci kırılmaya başlamıştı. Peri bir ailesine, bir de bana kıyamazdı. Şimdi Umut hepimizin pabucunu dama attırdı.

Döndü ve Arslan şaşkın ve soran gözlerle dinlemeye devam ediyorlardı. Kadehler dolduruldu. Dursun derin bir nefes aldı.

Peri bir akşam ‘’ayrılalım ben çocuk sahibi olunca yeniden evleniriz’’ dedi. Önce bana da mantıklı geldi. Perinin anne olmasını engelleme hakkım yoktu. Ya Peri’yi sonsuza kadar kaybedersem. Peri benimle evliyken hamile kalabilirdi. Tüp bebek. Sperm bankası gibi seçenekler vardı. Bu kez doktorlara bunun için gittik ama doktorlar bu kez Perinin gebeliği kaldıramıyacağını söylediler. Taşıyıcı anne buluruz dedik. Ancak Türkiye’de Pelinin ailesinin mal varlığı düşünülünce çok tehlikeli geldi. Uzun uzun düşündük. Dünyanın hava kirliği,küresel ısınma, kıtlık gibi bir sürü tehdit altında olduğunu ve çocuğumuzun bu tehlikelerle  savaşması gerekeceğini de hesap edince biz dünyaya yeni bir çocuk getirmektense dünyaya gelmiş bir veya daha çok çocuğa dokunalım istedik. Bu düşünce bizi biraz rahatlattı. Kayınpeder engel çıkarmaz ise doğru bir karar vermiştik. O sıralar Peri babası kabul etmese bile çocuk sahibi olmakta ısrarcı idi. Kayın peder düşüncemizi onayladı hatta çok da mutlu oldu tek şartı vardı bebek olacaktı. Onu biz büyütecektik.

Bu kararımızı benim aileme de söylemek için annemlere gitmeye karar verdik bir hafta sonu. Benim ailemin  karşı çıkmayacağından emindik. Eve girdiğimizde bir bebek emekleyerek Peri ye doğru adeta koşuyordu. Perinin eteklerine yapıştı kollarını açtı beni kucağına al der gibi. Hiç beklemediğimiz bir manzara idi kardeşlerimin de bebeği olmamıştı yakın zamanda. Komşusu anneme 1 kaç saatliğine emanet bıraktı diye düşündük. Annem elinde biberon ile odaya geldiğinde bebek Peri’nin kucağında uyuyordu. Annem şaşkın ve sevinçle ‘’şükür uyumuş’’ dedi. Günlerdir ne mama yiyor ne uyuyormuş. Ağlamıyormuş da mahsun mahsun bekliyormuş. Annem demek Peri’mi bekliyormuş yavrucak deyip ağlamaya başladı. Bebeğin annesi doğum da ölmüş. Baba da ben çocuk bakamam diye bırakıp gitmiş. Bebeğin ne adı, ne nüfusu çıkartılmış. Annem sabiyi çocuk esirgeme kurumuna da bırakamadım biraz büyüsün öyle veririm diye düşünmüş .Çok da alıştım. Ben bakarım ama çok da yaşlandım ölürsem yine sokakta kalacak yavrucak diye ayrıca üzülüyordu annem.Peri ağlayarak annemin ellerini öptü . Bana bir Dursun’u bir de Umut’u verdin dedi. Annem şaşkın’’ Umut kim? ‘’kızım ne diyorsun derken ben de olayı anlamaya başladım. Umut Perinin kucağında, o bizim bebeğimizdi. Sonra anneme niçin geldiğimizi anlattık. Biz bebeğin hayatına dokunmayı isterken Umut bizim hayatımıza doğmuştu bir güneş gibi.

Tam bu sırada umut gözlerini oğuştura oğuştura geldi. Ne kadardır orada idi ne duydu kimse  farkında değildi. Umut arkasında sakladığı bir yaprağı çıkardı. Önce annesine verdi yaprağı tutmasını istedi.Peri şaşkın ve beceriksizce tuttu yaprağı. Umut annesinden yaprağı narince alıp bu sefer babasından tutmasını istedi. Dursun da aynı şaşkın ve beceriksizlikle aldı yaprağı bir süre tuttu elinde.  Umut babasından aldığı yaprağı ortadan ikiye böldü. Bu kez yarısını annesine diğer yarısını babasına verdi yeniden tutmalarını istedi. Kendiside tam ortalarına girip boş olan ellerinden tuttu. Her ikisine sevgiyle baktı. Masadakiler ayılmış Umuda bakıyorlardı ne yapacağını anlamaya çalışıyorlardı. Dursunun anlattıklarını duymuş muydu. Umudun yüzünden bunu anlamak mümkün değildi. Umut Ortadan ikiye böldüğü yaprakları Peri ve Dursunun elinden alıp iki minicik elinde yan yana tuttu.

İki yarım yaprak ayrı iken çok anlamlı değil idi ama birleşince muhteşem oldu.

İŞTE  AŞK BU!  DİYE HAYKIRDI. İKİ YAPRAĞIN BİR OLMASI.

Tüm oyuncular el ele seyircilere selam verdiler. Seyirciler oyunu beğenmişti en çok da Umut beğenilmişti. En çok Umudu alkışladır. Son kez perde açıldığında Umudu  sahnede yalnız bırakmışlardı..

PERDE KAPANDI VE BİR DAHA AÇILMADI

Yönetmen hışımla sahne arkasına geldi yüzü kıpkırmızı, gözlerinden alev fışkırıyordu öfkeden kesik kesik konuşuyordu.

YÖNETMEN. Ne yaptığınızı sanıyorsunuz 2 aydır prova yaptığımız  oyun mu bu? Sahneyi kendi oyun alanınıza çevirdiniz. Neymiş.., itiraf gecesi. Durdunuz durdunuz bu gecemi birbirinize itiraf edeceğiniz tuttu. Hem de onlarca insanın önünde. Seyirciler ne izlemeye geldi izledikleri ne oldu. Allahtan oyun sandılar gerçek diye düşünmediler. Biraz sakinleşir gibi olunca yarın tekzip yayınlar doğaçlama yaptığımızı planlandığı gibi bir gece olduğunu yazarız seyirciler memnun ayrıldı. Umut sende sonu iyi bağladın aferim oğlum diye başını okşadı.

-Allah aşkına  kimin aklına geldi bu gece böyle bir oyun oynamak .

-Yazarı kim telif ödemek zorunda kalmayalım .

-Bir an gerçek sandım yüreğime iniyordu benim ekibimde bir gey, bir kadının da erkeğinde tadına bakan tuhaf bir insan ,zengin ama çocuk kaçırmış bir çift. Kim yazmış yazarı tebrik edeceğim. Bir sonraki oyuna davet edelim.

ARSLAN :Oynamadık benim söylediklerim gerçekti

DÖNDÜ:  O tuhaf insan da ben oluyorum

UMUT: Bende bende diye atıldı .Arslan amcaya o taksi şoförü gerçekten vurdu..( o sırada Emin gelir)

İşte bu amca vurdu …

Emin  Arslanın yanına gelip yanağına bir öpücük kondurdu.

YÖNETMEN (öfkeden bağırıyordu artık seyircide gittiğine göre hadlerini bildirmeliydi burası onun sahnesiydi. ) Hemen burayı terk ediyorsunuz. Umut sende doğru eve derslerine çalış. Artık tiyatro sana yasak.

UMUT: Ama okullar kapalı ( Diyecek oldu)

Babası öfke kızgınlık ile eliyle kapıyı gösteriyordu. UMUT ÇARESİZCE ÇIKTI.

Kategoriler
Blog Yazarak İyileşme Blog

Yılsonu Gösterisi – Ferhan Tekinmirza

Sahneye Giriş sırası ile

Anne

Çocuk

Anne: Hoş geldin.

Çocuk: Iıııı

Anne: N’oldu?

Çocuk: Yıl sonu gösterisinde şiir okuycakmışım.

Anne: Aaa, ne güzel, çok sevindim.

Çocuk: Hıııı.

Anne: Mutlu olmadın mı? Öğretmen senin yapabileceğine inanmış ki, seni seçmiş.

Çocuk: Hayır, öğretmene söyle, okumıycam şiir.

Anne: Kaçıyosun yani?

Çocuk: Hayır, kaçmıyorum, sadece okumak istemiyorum.

Anne: Öyleyse yarın öğretmenine kendin söylersin.

Çocuk: Ama ben şiir ezberleyemem ki! Ezberim çok kötü, biliyosun. Bi de uzun şiir seçmişler. Hem sonra hata yaparsam rezil olurum, arkadaşlarım benimle alay eder. Ayrıca ne giycem?

Anne: Dur, dur bakalım kuzucuk. Sırayla. Her defasında bir problem, tamam mı?

Çocuk:

Anne: Şimdiii, kıyafet en kolayı. Öğretmenini arar sorarım, özellikle istedikleri bir kıyafet var mı diye. Yoksa da beraber gider, beğendiğin bir elbise seçeriz, olur mu?

Çocuk: Olur.

Anne: Güzel. İkincisi, hiç de rezil olmayacaksın, çünkü hata yapmayacaksın. Ayrıca hata yapsan ne olur ki, herkes hata yapar. Ama ne kadar iyi hazırlanırsak hata yapma payımız da o kadar azalır, anlaştık mı?

Çocuk: Hııı.

Anne: Gel buraya, bir sarıl bakiim bana. Şimdi sana çok önemli bir sır vericem, bir sihir numarası.

Çocuk: Sihir mi? Sihirbazlarınki gibi mi?

Anne: Eh işte, onun gibi bir şey. Ezberlemen gereken şiir nerede?

Çocuk: Öğretmen defterime yazdı.

Anne: Getir bakalım defterini.

Çocuk: İşte.

Anne: Hah, akşamları yatmadan önce bu defteri yastığının altına koyucaksın. ‘Sevgili defter, bu şiiri ezberlemem gerekiyor, bana yardım et’ diyceksin. Başını yastığa koyunca defterdeki şiir bütün gece boyunca senin aklına girecek, sabah uyandığında da ezberlemiş olcaksın.

Çocuk: Sahi mi? Öyleyse hemen yatim.

Anne: Dur, dur, o kadar çabuk olmaz. Önce yapman gerekenler var. Önce şiiri okumamız gerekiyor.

Çocuk: Ya anne ya, kandırıyosun beni. Okuyup ezberletceksin, di mi?

Anne: Demek bana inanmıyosun, gel bi gıdıkliyim seni de gör.

Çocuk: Anne yaaa.

Anne: Gece yastığının altına koyunca defterdeki şiir aklına girer ama önce bi okuyup tekrar edelim ki daha hızlı olsun, anlaştık mı? Ayrıca ben merak ettim şiiri, görmek istiyorum.

Çocuk: Tamaam.

Anne: Ooo, çok kolaymış bu, hadi ben okuyim sen tekrar et.

Çocuk: Kaç tekrar yapıcaz? Her akşam okuycak mıyız?

Anne: Yıl sonu gösterisine kimler gelecek acaba, kalabalık olur mu dersin?

Çocuk: Okuldaki bütün öğretmenler orda olacak. Arkadaşlarım ve onların aileleri de… Üst sınıflar da katılıcakmış.

Anne: Hımm, iyi hazırlanmak lazım yani.

Çocuk: Şu şiiri bi daha okusana anne.

Ferhan TEKİNMİRZA / 02.08.2021

Kategoriler
Blog Yazarak İyileşme Blog

Zaman ve Mekânın Dışında Bir Dünya – Fatma Genç İnal

Seninle olan birlikteliğime dair ilk hatırladığım anı beni ziyaretime gelişindi. Yetmişli yıllardan biriydi. Elinde bir çuval pirinçle gelmiştin kapımıza. Yaşadığım evdeki insanlar “bak baban geldi. Gel bir merhaba de” dediler. Bense senden kaçıyordum. O günkü aklımla seni sıcak karşılayamadım. Çocukluğum, gençliğim bir gün gelip beni buradan alabileceğin korkusuyla geçti. Ancak bir yanım da babam olsun istiyordu. O gün bugündür kırmızı pirinç tanelerini severim. Kırmızı taneli pirinç getirmiştin. Bir daha da gelmedin. Ne çabuk vazgeçmiştin evladından.
Uzaklardan sana dair bilgiler az da olsa ulaşıyordu. Hala seni görmeye hazır değildim. Annemi buldum. Ziyaretine de gittim. Neydi onu bu hayattan koparan anılar, öğrenemedim. Sanki zaman ve mekanın dışında bir dünyası vardı. Ne sözle, ne bakışla ulaşamadım ona. Ama annemdi işte. İnsan merak ediyor. Yeniden evlenmiş. Yaşlı, yatalak bir kocası vardı. Çevresinde akıp giden hayatın farkında değildi. Kendine kocaman bir alan açmıştı zaman ve mekanın dışında.
Kardeşlerimi de buldum. Yollarımız ayrıldığında biri üç yaşında diğeri ise yedi yaşındaydı. Evlenmişler, çocuklara karışmışlar. Daracık Bursa sokaklarında kız kardeşimin evini ararken kan bağını ilk o zaman hissettim. Evinin nerede olduğunu bilmiyordum. Ancak bir evin önünde bacaklarımın bağı çözüldü. Orasıymış. Bedenim önceden hissetti. Erkek kardeşim de geldi. Duygu dolu bir gün yaşandı.
İkibinondört yılıydı. Zaman gelmişti. Artık babamı ziyaret etmek istiyordum. Köyde yaşıyordu. Baraj çalışmaları için o kadar çok tünel yapmışlardı ki otuzdan sonra saymayı bıraktım. Temmuz sıcağında zorlu bir yolculuktu. İlçeye varınca mola verdik. Yanımda eşim, kızım ve beni büyüten amcam vardı. Dükkanları dolaştık. Gövermiş peynir dükkanlarını gezdik. O gün aldığım Yusufeli bıçağını hala kullanırım. Babam da ilçeye öteberi almaya inmiş. Hatırladığım ikinci görüşümdü babamı. Hafif çekik gözlü, iri yarı, uzun boyluydu. Eşimin ona iltifatı “Fahri Baba pehlivan gibisin” oldu. Çok hoşuna gitti. Arabaya binip köye doğru yola çıktık. Ahşap küçük bir mutfak, soba, kanepe ve duvara asılan birkaç kıyafetten oluşan sade bir odaydı. Küçük mutfakta ise birkaç tabak, çatal , tezgah üstü bir ocak ve buzdolabı vardı. Ve bir de ahşaptan yapılmış ambar evin en önemli yeriydi. Gözlerim her şeyin üzerinde geziniyordu. Yaşamına dair ipuçları yakalıyordum.
Erkekler yere bağdaş kurdu oturdu. Kızımla yer sofrası kurduk. Hem sohbet ettik, hem de yedik içtik. Sıcak ve nem dayanılır gibi değildi. Veda zamanı geldi. Soramadığım, içimde kalan ne çok sorular kaldı. Fotoğraflar çekildi ve o gün dikkat edemediğim pek çok ayrıntıyı fotoğraflarda gördüm.
Bir ay sonra ölüm haberini aldım. Haftalarca gözyaşı döktüm. Tanımaya fırsat olmadan hayatımdan ebediyen çıkmıştı.
Aile dizilimiyle gün yüzüne çıktı gerçekler. Öyle bir zaman geldi ki tanımadığım atalarımı tek tek affettim. İçimdeki karanlık noktalar aydınlandı. Fark ettim ki eğer anılara varınca, seni eskisi kadar etkilemiyorsa atalarım da beni affetmiştir. Bir hocam “Zihin kabul edilmeyeni kabul ettiğinde genişler” demişti. Artık köklerimi bilerek, anlayarak yolculuğuma devam ediyorum.
Fatma Genç İnal 10-14 Temmuz 2021